Benden Duymuş Olma da…
Belki de tek derdi insanın ortaklık etmek, bir üçüncü oluşturmaya ihtiyaç duymak, hakkında konuşulan bir nesne yaratmak. İki kişi bir araya geliyoruz ya da daha fazla kişi, bir üçüncü yaratıp başlıyoruz ondan konuşmaya. Aynı sigara arkadaşlığı gibi, iş yerinde sigaraya çıkanlar arasında bir ortaklık ve konuşulan gündemler vardır hani… İçmeyip sağlıklı yaşayanlar, birtakım muhabbetlerin dışında kalırlar ya… Bu dedikodu meselesi de öyle bir şey. Bazıları konuşur, sır paylaşırlar aralarında ve bu gizil ortaklık daha da yakınlaştırır belki onları. Bazen de birilerine onun hakkında sen ne düşünüyorsun diye sorarız bir şey söylemeyeni, taraf olmayanı sevmeyiz. Biz ötekini çekiştirirken yanımızdaki tarafsız kalıyor ya da olumlu düşünüyorsa bu bizi rahatsız eder. “Sen de hiç kimseye bir laf etmiyorsun.” der hatta dalga geçeriz onunla. Asıl meselemiz kendi yaptığımız eylemde yalnız kalmamızın utancıdır belki de. Kendi utancımızla yüzleşmek yerine karşıyla dalga geçer onun yansızlığını eleştiririz. Dedikodu kötü bir şey ya belki de ortaklık edemeyince bunun tek suçlusu biz sanırız kendimizi.
Geçen yaz, gittiğimiz bir yayla yürüyüş turunda dönüş biletimizi yürüyüşler bittikten hemen sonraya değil de üç gün sonrasına almıştık. Ve rastgele yürüdüğümüz köylerden birinde fazladan kalmak için karar verecektik. Ben en son gittiğimiz yere vurulmuştum. Etrafım ırmaklarla dolu, ormanda hemen önümde sürekli değişen doğa olaylarını görme şansım olan Verçenik Vadisi’nde kalmaya karar vermiştim. Kalacağımız yerde telefon çekmiyordu ve yürüyüş yaptıran yerel rehber bizi bıraktığı köyden havalimanına tek dönüşümüzün buraya gelen büyükbaş hayvan kamyonlarıyla olabileceği uyarısını yaparak grupla ayrılıp gitmişti. Ben zihnen ve kalben o kadar yorgundum ki ulaşılmamak fikri ve her an ayı inebilecek bir ormanın içinde doğayla kalmak çok çekici gelmişti. Neyse, sayılı gün geçti ve uçağa yetişmek için yol kenarında tesadüfi geçecek bir aracı beklemeye başladık. Mehmet Ali ağabey, oğluyla getirdiği hayvanları bırakıp dönerken bizi kamyonuna almak konusunda ikna oldu. Eşimin, hayatın nasıl gidiyor olduğuna dair sorusu üzerine, şu anki ekonomik durumdan gidişattan hiç de memnun olmadığına dair anlattı da anlattı. Alkollüydü, virajları öyle çılgınca dönüyordu ki epey heyecanlı geçiyordu yolculuk. Eşim her şeyi dinliyor ve daha da anlamak üzerine sorular soruyordu. Bir yerden sonra eşimin ne düşündüğünü sormaya başladı Mehmet Ali ağabey, eşim çok net bir görüş sergilemeden genel düşüncelerini paylaşıyordu. Bir süre sonra Mehmet Ali ağabey, “Seni sevdim, iyi birine benziyorsun ama şöyle bir ben de sana katılıyorum, aynen öyle deyip sen de çekiştirmiyorsun ya coştuğumla baş başa kalıyorum ve hiç hoşuma gitmiyor biliyor musun…” diyerek konuyu bağladı. Ben de bu sohbeti dinleyip eğleniyordum. İnsan birini çekiştiriyor ve bir de tanımadığı yoldan aldığı kişiye görüşünü açıyor, ortaklık etmesini istiyor, haklısın, ben de öyle düşünüyorum denmeye ihtiyaç duyuyor diye düşünmüştüm. Birini çekiştirmek, dedikodu tek başına yapılmıyor yapılsa da belli ki tadı olmuyor, birileri dâhil olunsun isteniyor. Dâhil olunmayınca karşıdan şüphe ediliyor ya benden değilse karşıdansa diye…
Ayıp kültüründe büyüyoruz, başkalarının ne diyeceğine acayip takılmış durumdayız, hal böyle olunca kolay mı açık açık konuşmak! Kimde var ki o cesaret! Belli ki konuşma ihtiyacının farkında olan birileri ekşi sözlüğü kurmuş, yazarların adının belli olmadığı camiada açılan bir konu başlığının altında herkes rahatça yazıyor. Üstelik ne duymuşsa, ne düşünüyorsa, yazdığı şeyin gerçek olması ya da olmaması gibi bir kıstas yok sadece yazıyor. Nedenini bilmiyorum ama galiba bundandır tadı “ekşi”. Çünkü içinde size dair olumlu ya da olumsuz bir şey yazılmış olabilir. Üstelik sadece bir kişiyle bozuşmuşsunuzdur ve o da orada yazarsa topa tutulabilirsiniz. Her yazar bir bilirkişi gibi ama işin aslı bir şey hakkında genel bir kamuoyu yoklaması yapmak isteseniz gerçekten çok iyi de fikir veriyor. Bir film, bir doktor, bir maç, konu her neyse hakkında ekşi sözlükte yazılması bile o kişinin iyi ya da kötü bir reklam değeri olduğunu gösteriyor. Ekşi sözlüğü dedikoduyla birebir eşleştirmek doğru olmasa da her kişinin hayatının konuşulmaya değer bulunmadığı da bir gerçek. Büyük platformlarda dedikodunuz yapılacaksa iyi ya da kötü bir şekilde bir yerden öne çıkan bir yanınız olması gerekiyor.
Başka neden dedikodunuz yapılıyor? Ya birileri kendi eksiğiyle yüzleşmekten o kadar çok korkuyor ki başkalarında çokça eksik arayarak kendi eksiğinden uzaklaşıyor ya da hiç farkında değil kendinde olmayan bir şeyi sizde gördüğü için yerin dibine sokuyor sizi. Başka bir nedense kişi kendi gölgede kalan yanına söz geçiremiyor, kendi yapamadığı, eksik olduğu şeyi başkasında görünce onu gömdükçe gömüyor. Ve dışarıdan bakınca iki kişinin aslında ne kadar benzer iki kişi olduğunu görüyorsunuz.
Dedikodu… Sapiens’de okuduğum, bir şekilde insanların haber almasını sağlayan bir araç eski zamanlarda. Ancak diğer taraftan bugün oldukça yoğun haber alma şansımız varken yine de devam ediyor. Bugün eğer varsa niyetimiz birilerinin hakkında malzeme toplamaya, gerek yok dedektiflik yapmaya, sosyal medya her şeyi ayağa getiriyor. Ama bu tatmin etmiyorsa, belli ki gizli saklı haberler peşindeyiz ve bu bizi güçlü veya özel hissettiriyor galiba. Mesleği gizli haberler üzerine kurulu doktor, psikiyatrist, psikolog veya avukat ne yapıyor acaba? Artık her şeyi duymaya, insanın başına her şeyin gelebilmesine alıştıkça yine de merak kalıyor mu daha fazla gizil şeyler aramaya? Herkesin şaşırdığı şeyler artık arkasında ne olduğunu bildiğiniz için hem anlaşılır hem de normal olmaya başlıyor. Ve işiniz hep ilişki kurmak ve buradan hizmet vermek olunca vakit kalıyor mu ya da motivasyon kalıyor mu acaba boş zamanda da oturup detay detay yine birinin hayatını konuşmaya…
Elbet dedikodu bir haber kaynağı olmuşsa da zamanında, çok da abartmamak lazım. Sadece bir söz üzerinden bir güç elde ediyoruz ötekinin üstünden. Bir de kendi dedikodumuzun yapılması mevzusu var. Nedense bu çok daha can acıtıyor. Ama işin aslı şu ki bizim için bir şeyler söyleniyorsa da söylensin, amaaan sadece bir söz değil mi üzerine konuştuğumuz! Başkaları ne derse der… “El âlemin ağzı torba değil ki büzesin”, “ağzı olan konuşuyor” gibi çokça söz var. İşin ilginç yanı başkalarının yaptığı ya da yapmadığı, kimin kiminle nerede ne zaman ne yaptığı üzerinden biz konuşadurup başkalarını bir malzemeye dönüştürüp bir tat elde etmenin peşindeyken farkında değiliz ki üzerinde güç elde etmeye çalıştığımız o insan bizi hapis alıyor ve asıl o bizi tutsak ediyor. Biz anımızı yaşamaktan, hayatta bir şeyler üretmekten uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz. Yapılacak çok iş var, ötekini neden gömeyim derken bizim için çok önemli, konuşulacak kadar değerli hale getiriyoruz o kınadığımız insanı. Elbette vardır herkesin dedikodu yapmışlığı ama tüm enerjimizi buna yatırıp neden tüketelim? “Benden duymuş olma da!” diye bol bol anlatıyorsak, duyulması utanç mı yaratıyor acaba? Madem rahat da değiliz bir söz söylemekten, bunu taşımaktan, arkasında durmaktan ve bizden bahsedilmesinden de uğraşıp durmayalım bu kadar milletle. Yapılacak çok iş var, zaman yok be kardeşim!
Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com