Skip to main content

Kendi Kendi’nin Peşinde

Bir gün, bir sabah kendinizi ihtiyaçlar piramidinde en aşağıda bir yerlerde bulursunuz. Belki hayatta kalacak kadar yemek yiyebiliyor, konuşuyor, nefes alıyor, iyi kötü uyuyorsunuzdur ama güvenlik ihtiyacınız oldukça tehdit altındadır. Sanki bir savaş meydanında bir duvarın dibine çömelmiş küçük bir çocuğa dönmüşsünüzdür, üzerinizden bombalar geçiyor ve bazıları tam önünüze düşüyor ama yerinizden oynayamıyorsunuzdur. Çünkü hayatınızda varlığı güven veren, başınız sıkışsa, size bir şey olsa, hata da yapsanız orada olacağını bildiğiniz güvenli nesneniz göçüp gitmiştir apansızın. Ne trajiktir ki kendi ayaklarınız üzerinde belki sizin kadar iyi durabilen, hayatta gösterdiğiniz cesaretlere sizin kadar rahat yaklaşabilen belki çok da fazla kişi yoktur. Ama siz “yapabildiklerinizden” bağımsız, yoğun bir kimsesizlik ve hayata karşı güvensizlik içindesinizdir. Varoluşsal bir kaygı başlamıştır, insanın fani olduğu, aslında her şeyin insanın kontrolü altında olmadığı gerçekliği size çarpmıştır. Ve bu kimsesizlik içinde yıllar geçer, yoğun bir kendini anlama, destek ve sağaltım sonrası hayatta kalmayı başarmışsınızdır. Ve bir şekilde geride kalan öfke, üzüntü, kaygı, panik artık bugünü ele geçirememektedir. Ve siz artık önceki siz de değilsinizdir, yanlış yerlerde yanlış insanlarla doğru şeyleri arayan. Artık öyle havada uçuşan duyguların peşinde de değilsinizdir, hani yıllarca çok yara aldığınız. Tam da bu esnada güvence ararken size güveni hissettiren yerle hayatınızı birleştirirsiniz. Güvende, belli başlı bir duyguyla hayata devam eden siz, şimdi kendi halinizde hayatınızda koyduğunuz bir hedef doğrultusunda yaşayıp gitmektesinizdir. Üstelik keyifli de varsayarsınız hayatınızı…

Ve bu hedef doğrultusunda ilerlerken bir gün, yolunuz başka bir yere misafir olmayı gerektirir. Ev sahibiyse bir kenara bıraktığınız ve peşinde olmadığınız bir sürü duygu ve bilgiyi hatırlatır size. Önce kimselerin bilmediği bir rüya gelir ve “hııh” diye korkarak uyanırsınız gecenin bir vakti ansızın; uykular azalmış, enerjiniz yükselmiş, iştahınız epey düşmüş ne olduğunu bilemediğiniz bir hal’in içinde kalakalmışsınızdır. Ne bilinçli bir seçim ne de farkında olduğunuz bir hal’dir bu yaşadığınız. Ne olduğunuzu bilemeden, sözde artık “karmaşık hayatlar bitti, her şeyi başka bir şehirde, başka bir zamanda, başka insanlarla ilişkilerimde bıraktım ve artık basit ama mutlu yaşayacağım” derken bir bakarsınız planlamadan, kendi yolunuzda giderken geçmeniz gereken bir yerden anlamadan, istemeden bambaşka bir yere gelmişsiniz. İçi acı, yönetilmesi güç bir hal almıştır. Sanki birileri hipnotize etmiş uzak durmanız gereken her şeyi yoğun bir şekilde isterken bulmuşsunuzdur kendinizi, doğrular doğrudur, doğruya uymak çok zordur, kopup giden, sürekli kendi isteğine koşan yanınızla büyük bir mücadele halindesinizdir. Üstelik ev sahibi öyle cüretkâr ve davetkardır ki kendi içinde kaybolmuş, ev sahibi olduğunu, görevini her şeyi unutmuş, o da bu süreçte kendi içinde savrulurken, onun kayboluşları sizi daha fazla kendi içinizde savaşlara sürüklemiştir. Artık olması gerekenler, olanlar, olmasını arzu ettikleriniz ve olması sizin için iyi olacaklar arasında hem kendinize hem ötekine karşı büyük bir savaş başlamıştır içinizde. Kim olduğunuzu yitirmiş büyük bir şüphe içine düşmüşsünüzdür. Hayatınızın birçok evresinde kendi içinizdeki isteklere söz geçiren, durduran, çekip giden siz, artık ortada yoktur. Üstelik ev sahibi hiçbir zaman güven vermemiş ve sadece talep etmiştir. Belli ki burada sizin kendi tarihçenizle ilişkili bir idealizasyon vardır. Siz bu savaşta en çok kendinize karşı savaşırken, bu zamana kadar basit ama mutlu dediğiniz yeri de sorgulamaya başlarsınız. Okuyup çözüp bir kenara koyduğunuzu, artık defterini dürdüğünüzü düşündüğünüz mevzular tekrar karşınızda dikilmektedir. Kolay mı sanıyorsunuz insanın hem kendisine hem ötekine karşı savaş verip hem de her şeyi kendisi için olması gerektiği gibi tutmaya çabalaması! Anlarsınız ki bir dönem için ihtiyacınıza cevap bulduğunuz ve tutunduğunuz şu anki yeriniz aslında başka ihtiyaçlarınıza cevap verememekte ve siz bunu göz ardı etmişsinizdir. Çünkü o dönem savaş içinde olduğunuz bir hayatta en önemli olan şey güvendir. Ve şunu anlarsınız, bir zaman kendi içinizde yaptığınız bu yolculuk, hayatta zaman geçtikçe tekrar ve tekrar karşınıza çıkabilmektedir. Ya da yeterince bakılmayan şeyler kalmıştır bir yerlerde. Ve geceleri yatağa yattığınız, üzüldüğünüz, canınızı yakan, nefesinizin kesildiği bir şeydir bu. Bildiğiniz yollardan gitmeyen bu süreç her ne kadar sizi kendinizi tanımakla alakalı bir dizi şüpheye götürse ve çok yorulsanız da sırtlandığınız bu yolculuk kendinize saygı duymanızı sağlar. Ancak içinizi yiyen başka bir şüphe vardır. Hayatınızın bu kısmında taktığınız gözlüklerin gerçekçi olmadığı ve o gözlüklerle yaşarsanız bu yangın yerinden yara almadan çıkamayacağınızın farkında olan siz, bir süre daha bu savaş yerinde her şeye, herkese, kendinize ve hayata rağmen yara almayacağınız şekilde kalmayı başarabilecek midir yoksa kaybolup gidecek midir? Şüphe… 

Ne zordur kendine duyduğun şüpheyle yaşamak. Çünkü şüphe duyuyorsan kontrol etmeye, kendini konumlamaya çalışıyorsun ama yapamıyorsun demek. Şüphe varsa bırakamıyorsun, kendim dediğin şeyde bilmediğin bir şeyler çıkıyor ve seni tutamadığın bir şeylere sürüklüyor, hiçbir şey yapamıyorsun demek. En trajiğiyse tekerrürden ibaret bu hayat oyununda, sonu belli senaryoyu oynayıp kendinden uzaklaşıp kendine saygını yitirip çıkılmazlara gireceğini bildiğin bir şeye elinden tutup seni sürükleyen sen’e karşı söz geçirememek. Ve emin olma isteği içinde çırpınıp durmak. Güvenememek kendini konumlama çabasıyla yorulmuş kaslarının bunca zaman çok iyi geldiği tam bu noktada, artık sona yaklaşmışken tükenip akışa kapılmasından korkmak. Zamanında ölümlülükle yüzleştiren ve kontrol edemediğin ve bilemediğin şeyler olduğunu söyleyen hayat şimdi de seni kendi içinde bilemediğin kontrol edemediğin, bilinç dışı diye bir şey olduğuyla yüzleştirmektedir. Kendini tam bilemiyor, körlüklerini ancak bilmediğin bir zamanda bir yerlerde keşfetmeye başlıyorsun. Ve bildiğin sandığın sokakların, ıssızlıkların ve tenhalarında neler duruyor, neler gizli bilemiyorsun. Ve insansın, bazen canının yandığı şeye bile bile koşarak gidiyorsun. Ve kendi kendinin peşinde de olsan, göremiyorsun, bilemiyorsun, kim bilir neler yaşayacaksın kestiremiyorsun… Peki, kestirmen gerekiyor mu her şeyi bu kadar? Sen aslında bu kadar bilmeye çalışarak neyin peşindesin?

“Kendini seçemiyorsun
Bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bir hikâyede
Uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun
Öteki olabilmeyi
Yerine koyabilmeyi
Geride durabilmeyi öğreniyorsun”

*Yukarıdaki dörtlük Sezen Aksu’nun “farkındayım” adlı şarkısından alınmıştır

Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com