Derin Deniz, Derin İz: Balık Sevdası
Gidiyorsun önün alabildiğine deniz, tertemiz koylar ve mavi alabildiğine… İçinde kaybolmak suların hem ruhuna hem bedenine iyi gelen, güzelleştiren, yatıştıran, iyileştiren, toparlayan, destekleyen… Değil mi ki her yerde aradığımız… Memlekete dönmek, sahip çıkılmak gibi, saçlarımın uzun uzun okşanması gibi… Ve tabi içinde olduğunuz, bir başka yaşam alanı ve bambaşka bir dünya. Daldıkça derinlere kendi var oluşunu gerçekleştiren, akışında devam eden bir sürü canlıya denk geliyorsunuz. Ve izledikçe izlediğiniz hatta görmek için devamlı etrafı kolaçan ettiğiniz bir süreç başlıyor. O salınım içinde ne ki insanı derinlerde balıkların seyircisi kılan ve onların varlığına şahitlik ettiren?
Bu sefer ne araştırmadan ne de genel popülasyonun tutumundan yola çıkacağım. Kendimce anlamaya ve duygumu paylaşmaya çalışacağım, büyükçe bir su, içinde minicik kaldığınız ve dünyasına dahil olduğunuz yer… Ve inip baktıkça derinlere uyum içinde devam eden bir varlık dünyasının bir parçası olmak mesele belki, varoluşsal bir yalnızlığın, aidiyet arayışının karşılığı belki… Hem de hiç sessizliğinizi bozmadan sadece o anı paylaştığınız… Kimse kimseyi rahatsız etmeden herkes bir bütün ve aynı zamanda kendi akışında olduğu bir ortam… Orada öylece bakıp izlerken, bir yandan bilmediğiniz bir dünyayla balıkların yenilerine rastlayıp şahitlik edip heyecanlanıp belki evrenin bir parçası olmaya duyduğunuz bir ihtiyaç, peşinden koştuğumuz… Koca bir şeyin içinde, bir’likte, kapsanmış, zararsız ve kendi halinde… Ve balıkla evrenle uyum içinde olmanın bir de kendiliğinden olma ihtiyacına denk gelen bir yanı var belki. Hiçbir şey düşünmeden an’da olduğun ve gidişine, birlikteliğine, farklılığına, uyumuna, şahit olduğun bu dünya, belki de uyum arayışının ve düşünmeden sadece salınma akışta olma ihtiyacınla ilgili…
Olay sadece balık olma hikayesi mi acaba… Ve bir de denizlerde kocaman haliyle ansızın ortaya çıkan ve gülümseyen bir ifadeyle size sürpriz yapan yunuslara ne demeli… Bilmem sevmeyeni var mı! Ekipçe gezen, hız yapan, sudan sıçrayıp içine geri kendisini bırakan, adeta dans eden ve özgürlüğün tadını çıkaran bu güzelim balık türü ne de coşku veriyor… Peşinden koşup dalıp görme şansınız pratikte pek de mümkün değil. Şansınız varsa size gösterir yüzünü ve özgür olma, yine hem uyum hem de duramayan eylemde olma ihtiyacınıza ne de iyi gelir. Bindiğiniz deniz taşıtını takip eder ya da zıplar ve kendisini sulara bırakarak şımarıklık yapar. Veyahut İstanbul’da sahilde bir gün ansızın kahvaltı ederken sürüyle size gösterir kendini. Durduk yere mutluluk sebebidir, beklentisiz, çabasız, neden benim başıma geliyor dediğiniz onca olumsuzluğun arasında işte bakın beklenmedik bir mutluluktur onların bize verdiği ve kaçırdığımız. Ve gülümseyen bu yüz şefkatli, keyifli, şımarık, hareketli, uyum içinde ve dans halinde oluşuyla ne kadar da çok ihtiyacımızı temsil eder… Ve şanslı hissettiğim bir diğer şeyse hayvanlara karşı korkunun öğrenme olduğunu bana gösteren Amazonlar deneyimimdir. Nehirde yunus olacağını hiç beklemezken bindiğim sandalda arkamızda bir sürü yunusun bize eşlik etmesine şahitlik ederken öte yandan bir de pembe yunusla karşılaşmak ne büyük lütuf! Ne inanılmaz bir deneyim… Bu şefkatli yüze bir de pembe eklenmiş ama kambur konularak, bir bütünün parçası hissettiğiniz ve öylesine ait hissettiğiniz bir ortam ki… Siz gidiyorsunuz peşinizden size eşlik eden bir grup geliyor, biriz, bütünüz, yan yanayız, uyum içindeyiz, hepimiz birbirimize aitiz. Hepimizde birbirimizden bir şey, bu doğanın parçasıyız. Ve kendi halimizde izlediğimiz yollarda karşılaşmışız, arkadaşlık ediyoruz birbirimize. Hem birbiriyle ilişkili hem de kendi yolunda bağımsızız. Ve ondandır gözlerimi kaparken bu dünyaya, hayal edeceğim Amazondaki o saniyeler olacak, doğanın hiçbir canlısına korku duymadığım, bir hissettiğim ve kapsandığım o an! İşte budur benim için balık sevdası…