Skip to main content

Mavi Sakalın Kimya Laboratuvarından Kaçış*

“Sen bu hayatta, çok sevilmiş olmanın bedelini ödeyeceksin”

Bilir misiniz ki şema terapinin tek odaklandığı nokta, çocukken anne-baba ilişkisi, kültürel etkileşim ve mizacımızın harmanlanmasıyla hayata karşı sağlıksız bakış açımızı oluşturan şemalar değildir. Bir de şema modları, içimizdeki yanlar vardır. Şimdi ben anlatmaya başlayınca hemen şizofrenmiyize bağlayıp konudan uzaklaşmayın! Şema modları, içimizde konuşan sesler diye düşünebilirsiniz ancak içimizde bizden başka biri olarak bize konuşan değil de kendi iç sesimiz olarak kendimize konuşmak olarak anlamlandırabilirsiniz. Kimi zaman “en iyisini yapmalısın” diye üzerimizde aşırı baskı oluşturan işlevsiz bir beklentili ebeveyn sesi kimi zamansa ‘hiçbir zaman diğerleriyle çatışma çıkarmamalısın’ diye konuşan sağlıksız uyumlu-teslimci mod olarak karşımıza çıkarlar. Bu seslerden bir tanesiyse ‘canımız ne isterse düşünmeden yapalım’ diyen dürtüsel çocuk modudur. Evet, bu seslere kapılıp gitmek bizi zarara uğratır da klinikte aşırılıkları üzerine çalışır da dururuz. Ya yoklukları bize ne yapar, mesela hiç ama hiç konuşmamaları? Bugün size tam da bu noktadan bu toplumun bir kadın temsilinden bir hikâye anlatacağım. Gelin birlikte bir bakalım canı bir şey istemeyen, istese de bastıran veya yapmayan hatta canının ne istediğinin farkında bile olmayan dürtüsel çocuk yanı kaybolmuş bir kadının mutlu sonlu hikayesine…

………………………..

Kadın’ın gözlerinden birkaç damla düştü… İyileşmişlik ve şükran içinde, dolu dolu bir mutluluk yaşıyordu… Ne kadar yol gelmişti, nasıl da çıkıp gelebilmişti inanamıyordu. Ne kadar acı çekmiş, tutunmuş kendine, fırtınadan yok olmadan çıkabilmişti… Peki, neydi olan ve nerelerden geçip de gelmişti? Neler geçmişti de gelebilmişti bugüne?

Birkaç yıl önce.

Üzerinde ölü toprağı, ihmal edilmiş, kendini kadın gibi hissetmediği, dokunulmadığı, sevgi sözcükleri duymadığı, nezaket görmediği, duygusal olarak yakın hissetmediği ve coşkusunun paylaşılmadığı bir evlilik içindeydi. Ruhu çok güzel olan kadın içindeki duyguları, sanatı, sezgiyi hiç mi hiç eşiyle paylaşamıyordu. Ama sadakatsiz, güvensiz, dürüst olmayan onca ilişkiden sonra eşinin dürüst ve iyi niyetli olması, ona o kadar iyi gelmişti ki diğer şeyleri göz ardı edip buna tutunmuştu. Zaten çok sevdiği işine kendisini vermiş, hayatının tüm zevki ve anlamını iş tatmininden sağlıyordu. Üstelik hem güzel hem de nitelikli olduğu için her zaman çokça ilgi görüyordu ama bu ilgilerden delicesine kaçıyor, görmezden geliyordu.

Ve sorgusuz sualsiz kendi hayatına devam eden kadının, bir gün hayatına birtakım nedenlerle görüşmesi gereken çok saygı duyduğu bir kişi girdi. Kadın öğrenmeye aşık bir kadın olduğu için kendisine yeni şeyler öğreten bu kişiyle paylaşımlarından oldukça memnundu. İç dünyasında bir karşılık ve bir paylaşım yakaladığı için manen doyum yaşıyordu. Ama bilmiyordu ki bu adam Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabındaki “mavi sakal” karakterinin tekiydi. Bir kimya laboratuvarında öldürdüğü kadınların kanlarını biriktirerek çocukluğunda yaşadığı travmaların etkisiyle kendini sömüren, psikolojik tacize uğratan ve aşırı cezalandıran babasının elinden onu alıp evi terk edip gitmemiş olan annesine bastırılmış öfkesini tüm bu kadınlardan çıkarıyordu. Zihninde kadınların her birinden ayrı bir ihtiyacı karşılamaya çalışıp seks ihtiyacını birinden, evliliği birinden, arkadaşlığı birinden, aşkı birinden diye ayrıştırıyor, bunları bir kadında birleştiremiyordu. Öyle bir iç içe geçmişlik şeması vardı ki evli olduğu eşi ne derse onu yapıyor sonra da özgürlük arayışlarında başka kadınlara çekilip duruyordu.

Ve maalesef bu adam, bu kadının tüm boşluklarını, ne kadar okşanmaya, yakınlık kurmaya, kahkaha atmaya, oyun oynamaya, zevk yaşamaya aç olduğunu, kaybolmuş ya da toplum nedeniyle hiçbir zaman ortaya çıkamamış dürtüsel çocuğa nasıl da ihtiyaç duyduğunu fark etmişti. Artık bu kadını da diğer kadınların listesine eklemek için elinden geleni ardına koymayacak, kadının içindeki cinsel arzuyu çıkarabilmek için kadının iç dünyasıyla oynayıp duracaktı. Ve oyunlar başladı… Kadın afallamıştı, eşi tarafından o kadar duygusal ve cinsel olarak ihmal edilmişti ki tüm hücrelerine kadar adamı istemeye başlamıştı. Resmen tüm ruhu ve bedeni ele geçirilmişti ve kontrol edemiyordu. Adam kadının duygusal yoksunluk şemasını da fark etmiş ihtiyaç duyduğunda orada olduğunu belirterek içindeki yalnızlığa da cevap verir bir halde duruyordu. Kadın neye uğradığını şaşırmıştı, öyle evlilik dışı ilişki yaşayacak biri de değildi. Ama kendisi, eşi, hayat, adam tüm evren onu bu adama itiyordu ve ısrarla her yol ona çıkıyordu! Üstelik adam bir yandan kadından çok etkilendiğini söylerken öteki taraftan, kendisinin bir şey yapmadığını kadının kendi kendine böyle bir sürece girdiğini, onun sadece eşlik ettiğini söyleyip sorumluluğu da kadına atıp onu manipüle etmeye çalışıyordu. Kadın, hayatındaki eksiklerden dolayı böyle olduğunu anlamış eşine yalvarırcasına bir şeylerin değişmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor ama eşinden hiçbir yanıt alamıyordu…

Kadın perişandı, rüyalarında, gündüz, gece fantezilerinde hep bu adam vardı. Başka bir şey düşünemez olmuş, çırpınıp duruyor, muhteşem bir tutkuyla yanıp tutuşuyordu. Öteki taraftan iyice zayıflamıştı, uyuyamıyordu ama gözlerinde ışıltı vardı ve çok abartıldığını düşündüğü şu hayatı, epeydir bu kadar yaşamak istememişti. Güzelim bedeninin her bir kıvrımı sevgiyle, temasla, yakınlıkla, aşkla dokunulmaya açtı da kadın farkında bile olmamıştı. Nitekim artık kendinde olmayan kadın, kendini duygularını açmak istediğinde kusurluluk şemasından yıkılan ve kendine yakın olmak isteyenlere tahammülü olmayan adam ilk hamlesini yaptı ve kadına güçlü bir bıçak sapladı. Ve tüm bu aralarındaki çekimin kendisiyle hiçbir ilgisi olmadığını, sadece kadına eşlik ettiğini söyledi. Kadın, adamın o iğrenç yüzüyle ilk kez karşılaşmıştı. Neye uğradığını şaşırdı, bu kadar kapılmış olmasını bu toplumun kadını olarak gençliğinde cinselliği, dürtüselliği doyasıya yaşamayıp evleneceği kişiyi cinsel tatminine göre seçmemiş olduğu için şimdilerde bu duruma düşmüş olmasına çok kızgındı. Kendisini görmeyen eşine, hayata çok ama çok kızıyordu… Yanı sıra, böyle bir duruma düştüğü için içindeki cezalandırıcı ebeveyn sesi onu suçladıkça suçluyor kadın bastırmaya çalıştıkça tüm duyguları tekrar zıplıyordu… Eli kolu kelepçeyle bağlanmıştı, kadının özgür doğasına bir can çekişme hali yaratmıştı, kurtulamıyordu… 

Bunca zaman ihmal edilip aç bırakılmış dürtüsel çocuk yanı artık alanı ele geçirmişti bir kere, durdurulamıyordu. Bedeni sevilmek, sevişmek, dokunulmak istiyordu. Ama sadece fiziksel bir ihtiyaç olarak değil! Dürtülmek, baştan çıkarılmak, aşkla, sevgiyle temas ederek sevgi alıp vermek istiyordu. Bedeniyle iyileştirmek, aşkla sevişen bir bedenle iyileşmek istiyordu. Ama bu adamın dediği gibi değil! İşin kötüsü adam kendi dünyasını da kadına açmıştı ve kadın o kadar kadındı ki tüm kadınlığın ölümcül zaafını cebinde taşıyordu: şefkat! Adam kendisine neler yapmasına rağmen yine onunla bir dengede durdu ve adamın içindeki o zor şeyleri yaşamış küçük çocuğa şefkat duyuyor ve ona olan şefkati onu tekrar adama çekiyordu. Kadın ne onun annesi ne de onun etrafındaki diğer kadınlar gibi değildi. Adam o kadar bozuk bir dengede yaşıyordu ki kadının sevgisini ve değerini ne görebilirdi ne de bundan beslenebilirdi. Kadın sadece bir hedefti adam için! Ve tabi ki adam yakınına gelmesi için her türlü oyunu tekrarlayıp yeni hamlelerini yaptı. İkinci kez bıçağını sapladığında kadın artık kaçtı ama daha sonra kadının duymak istediği yerden daha büyük cümleler kurarak kadınla tekrar yakınlaştı adam. Ve gayet akıllı olan kadın ona bu sefer iyice yakınlaşınca ne olacağını görmek istedi, bile bile daha da yaklaştı. Adam tüm söylediklerini inkâr edip kadını derinden aşağılayarak, küçümseyerek ve değersizleştirerek kadına bu sefer elindeki en büyük bıçakla saldırdı. Amacı onu öldürüp bedenini ele geçirmekti. Ona geçmişte kötü şeyler yaşatmış tüm kadınların, manyak babasının elinden onu kurtarmayan annesinin, terk edip giden sevgilisinin, esir düştüğü karısının öcünü kadının göğsünün ortasına sapladığı bıçakla almak istemişti hem de ne de büyük bir iştahla!

Kadın çok büyük yara almıştı, zamanında sevmediği, bastırdığı dürtüsel çocuğun bedelini çok ağır ödüyordu, içindeki küçük kız çocuğuysa ölmek üzereydi. Ama kanaya kanaya adamın ellerinden kaçmayı başardı… Artık adama ne şefkat ne de insanlık boyutundan hiçbir şey hissedemez olmuştu. Adam bu bıçakla kadının hislerini de kesip atmıştı. Adamın son bıçağı saplarken gözlerinin içine bakarak ‘birazdan yapacağım şeyin ne olduğunun farkındayım’ şeklindeki cümlelerini hiç unutamıyordu. Bu adama ne yapmışlar da bu denli insaniyetsiz bir hal almış diye düşünüyordu hala ince fikriyle kadın. Ve sevişmek, öpüşmek, iyileşmek, yaşamak istediği hayalini kurduğu fantezilerle dolu o hayali evden her şeyini bırakarak aniden kaçarak gitmişti… Kadın tekrar ve tekrar eşine tutunmak istiyordu, eşiyse onu hiç duymuyor, ortada kadının dürtüsel çocuk yanı dolanıp duruyor ve çok yara alan incinmiş çocuk moduysa sızlıyor ve kadın tüm bu savaş meydanının içinde çaresizce bir duvarın köşesine sinmiş üstünden geçen bombaların artık durmasını bekliyordu. Ve yarasını temizleyip sarmak için çok yardıma ihtiyacı vardı hem de çok… Kendisini başka bir kadının terapi koltuğunda buldu… Terapist konuyu lime lime ederek bu adama yakın olduğunu hayal ettiğinde hangi hisleri hissettiğini soruyor ve bu hisleri bedeninin her yerinde hissetse daha derinde hangi ihtiyacını gidermiş olacak da bu hisleri bu kadar yaşama arzusuyla dolup taştı diye kadını anlamaya çalışıyordu. Ayrıca hayatında hangi ihtiyaçlar eksikti de kadın, bu tutku dolu şeye çekilmiş ve her şeyi oradan gidereceğine inanmıştı? Her şey kadının günlüğünde bir bir yazılmaya başlandı:

Dürtüsel çocuğu neden ihmal ettim? Ailecek çok çektiğimiz babam gibi dürtüsel bir hayatımın olmasından korktum, annem kadınlığından hep utanan bastıran bir kadındı. Bizim ailede zevk almak, eğlenmek, haz almak hep değersizleştirilir çalışmaya değer verilirdi. Ben de cinselliği değersizleştirdim. Çok güvensizlik yaşadığım ilişkilerim olunca dürüşt olan biriyle birlikte olayım derken cinsellikle ilgili ihtiyaçlarımı göz ardı ettim. İçimde kendine acımasız çok yüksek beklentili bir ebeveyn yanım var ve bu yan beni ele geçirdi, kendi hislerim ve ihtiyaçlarımı hiç duymadım, ihmal ettim, yoksun kaldım. Her şeyi ben yaparım, ben güçlüyüm kimseye ihtiyacım yok diye duygusal yoksunluk şemamla baş edeyim derken eşime hiç alan bırakmadım, o da benim için var olmayı öğrenmedi, umursamadı. Ben bu fantezileri yaşadığımda hayatımda ne olacağını düşündürdü bana? Hayatta olmak anlamlı olacak, daha derinde çok isteniyor olacağım, yaşadığımı hissedeceğim, sadece o an olacak, dünya duracak, bir ve bütün olacağım, kadın gibi hissedeceğim, kendimi özel hissedeceğim, evrenin bir parçası hissedeceğim. Peki, şu an hayat anlamlı değil mi? Yaşamak istemiyor muyum? Hayır. İşim olmasa hiçbir şey beni bağlamıyor hayata, her an çekip gitmeye hazırım.

            Bugün.

Ve sonra terapist bu ihtiyaçları neden bugün eşiyle hayatında gideremediğine odaklandı. Kadın kararını vermişti bir zaman dilimi belirlemiş eğer terapiye direnç gösteren eşiyle de olmuyorsa burayı da bırakacaktı. İçinde ‘onu çok istiyorum’ diyen bir dürtüsel çocuk vardı, kadın onu kabul etti. Sonra istediği şeyin olmamasının acısını kabul etti ve ‘arzu ediyorum ama yapmayı tercih etmiyorum’ diyerek hem kendine sahip çıktı hem de acısını göze aldı. Ve acıya acıya iyileşmeye başladı kadın… Aslında yaşamak istemediğiyle, bedeniyle kopukluğuyla bir bir yüzleşti kadın. Ve zamanla şunu anladı ki kadın ne eşi ne de başka bir erkek önemli değildi. Kimi sevdiği ve kimin hayata onu bağlayacağı da önemli değildi. Kadın kendisi olduğu kişi olarak o kadar değerliydi ki… Ve onu bunca oyunlarla laboratuvarına çekip kanını emmeye çalışan adamın bilmediği bir şey vardı. Kadın her ne kadar çocukluğunda yoksun bırakılsa da bazı alanlarda, ebeveynlerinden biri tarafından çok sevilmişti. Çok sevgi almadığı bir yer sırf bedensel ihtiyaçları yüzünden onu ele geçiremezdi. Ve kadın içindeki arzuları, yakınlaşma, dokunulma, okşanma ihtiyaçlarını, acı çeken, utanç duyan tüm yanlarını ve diğer kadınları öyle çok sevdi ve kabul etti ki sonunda şifre çözüldü. Kadın kendi yoluna, bedenine, kadınlığına, hatalarına sarıldı ve dişi bir kurda dönüştü. Ve işin tuhafı doğaya koşup giderken yalnız başına, artık yanında kimin olduğu meselesi değilken kadının, eşi ona âşık oldu ve onunla yan yana koşmak için canını dişine takmış, delicesine korkuyordu yitirmekten kadını. Kadın şaşkın, kadın mutlu ve kadın bilgeydi artık. Ve yıllar önce bir Arap köyünde yeşil gözlü bir dedenin ona söylediği bir cümle geçti aklından: “Sen bu hayatta, çok sevilmiş olmanın bedelini ödeyeceksin”. Kadın gözlerinden süzülen mutluluk yaşlarıyla bu cümleyi düzeltti, kendini çok sevmenin bedelini…

Not: Başlıkta geçen mavi sakal karakteri, yazarı Clarissa Estes olan Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı kitapta geçen bir öyküden esinlenilmiştir. Kadınlık için büyük bir hediye olduğunu düşündüğüm kitapta mavi sakal kadını yok edici olarak tanımlanan bir figürdür.