Kimim Ben: Olmak İstediğim Ben mi Yoksa Başkalarının İdealindeki Ben mi?
Film Analizi: Zelig
Zelig, 1983, Woody Allen yapımı bir filmdir. Komedi türünde nitelendiren bu film, tuhaf, sıra dışı bir adamın hayatını gözler önüne sererken, aynı zamanda sorgulamalarla bizi düşündüren, aslında hepimizin yaşadığı tanıdık bir yere çekmektedir bizleri. Bakalım bizle nereden kesişiyor bu abes, kimi zaman eğlenceli kimi zamansa anlam veremediğimiz Zelig’in hikâyesi. Filmin içinden cümleler ve psikolojik bir analizle anlatmaya çalışacağım bu hikâyeyi…
Zelig Nasıl Biridir?
O elbette çok eğlenceli biridir. Ancak aynı zamanda damarlarına basıyor insanların, belki de hiç tahammül edemeyecekleri şekilde… Scott Fitzgerald (20. yüzyılın en büyük yazarlarından) öncesinde farklı şekilde gözlemlediği Zelig için şöyle diyor: “Aynı adamı mutfakta biriyle konuşurken görünce şaşakaldım. Şimdi demokrat olduğunu iddia ediyordu ve aksanı halk tabakasından biriymiş gibi gırtlaktandı…” Filmde, Zelig’i birbirinden farklı birçok yerde ve kişilikte görüyoruz. Bir bakıyoruz New York Yankees’in içinde, bir bakıyoruz müzisyen veya olmuş Asyalı gangster! Ve hangi kişiliğe geçmişse, onun rengine, sesine, kullandığı diline bürünüyor Zelig, hayret verici şekilde… Bu durumun acayipliği ile Manhattan Hastanesi’ne kapatılıyor Zelig ve Dr. Fletcher ile karşılaşıyor. Bu karşılaşmada psikiyatrist gibi konuşmaya, o olmaya başlıyor. Ne zaman güçlü bir karakter görse, o olmaya çalışıyor Zelig. Varlığını başka varlıklarda bulmaya çalışıyor Zelig ama aslında gerçekte kim olduğunu hiçbir zaman anlayamıyoruz.
Zelig’i Sorgulamak: İnsan Bukelamun
Peki, duruma göre değişen, kişiye göre evrimleşen Zelig’in bu duruma gelmesinde ne etkili oluyor? Cevaplarsa filmin içindeki şu diyaloglarda gizli:
- Bana neden yanında bulunduğun insana benzediğini söyle.
- Çünkü bu güvenli…
- ‘Güvenli’ ile neyi kastediyorsun?
- Güvenli diğerleri gibi olmak…
- Güvende olmak mı istiyorsun?
- Sevilmek istiyorum…
Bu cümlelerden anladığımız üzere, Zelig kendi olmak yerine başka birilerine benzeyerek aslında eleştirilmekten, sevilmeme, beğenilmeme ihtimallerinden kaçıyor. Herkes gibi olursa, onay alacak, beğenilecek… Ve onun bu durumunu kavrayan doktordan sorular ardı ardına devam ediyor. Acaba çocuklukta ne yaşadı da Zelig, ancak ötekiler gibi olursa sevilebilir olacağını düşündü?
- Etrafındaki insanlar gibi davranmaya başladığın ilk ânı hatırlıyor musun?
- Okulda, birkaç zeki adam… Moby Dick’i okuyup okumadığımı sordular. Okumadığımı söylemeye utandım.
- Ve okumuş gibi mi davrandın? Değişiklikler ne zaman otomatikleşmeye başladı?
Tüm bu süreçleri analiz etmeye çalışırken doktor, Zelig’in popülaritesi arttıkça artmaktadır: Zelig şakası, Zelig ürünleri… Hatta Zelig insanları taklit ededursun, insanlar da Zelig’i taklit etmeye başlıyor(!)
Peki, neden doktor Zelig’i analiz etmeye çalışıyor, neden onda bir sorun olduğu düşünülüyor? Üstelik Zelig memnun insanlar memnun gibi… Bu soruyu Winnicott’un kendiliğin oluşumu üzerine yaptığı yorumlar en iyi açıklar nitelikte…
Kendiliğin İnşası
Winnicott’a (1971) göre, çocuk başlangıçta karmaşık bir biçimde ve kavramsallaştıramadığı bir şekilde hayatı deneyimler. Bunlar onun kimlik oluşumunun ilk basamaklarıdır. Kimliğin/kendiliğin gelişimi annenin çocuk için sağladığı kucaklayıcı çevre sayesinde oluşur. Annenin çocuğun ihtiyaçları olduğunda, bunlara orada, anında cevap verecek şekilde hazır bulunması çocuğun iç dünyasının olgunlaşmasında çok önemli bir rol oynar. Buna yanılsama “anı” diyoruz. Çocuk, ihtiyaçları annesi tarafından karşılandıkça tatminin kaynağının kendisi olduğunu zanneder. Çocuk bir şey ister ve bu karşılanır. Buna “tüm güçlülük” deneyimi denir. Winnicott’a göre, gelecekte dış dünyanın güçlükleri karşısında yıkılmayan bir kendine güven duygusu, böyle bir çocuksu “tüm güçlülük” (isteklerim karşılanıyor algısı) deneyimine dayanır (Winnicott, 1971).
Kendine güvenen bir yetişkine dönüşmek için bir başka nokta çocuğun yalnız olabilme kapasitesinin gelişimidir. Anne bir taraftan çocuğun ihtiyaçlarına duyarlıyken öte taraftan da çocuğun yalnızlık deneyimlerini gereksiz bir şekilde bölmemelidir. Örneğin kendi başına kalabilen, kendi başına oynayabilen bir çocuğun dikkatini gereksiz yere bozmamak gibi. Çocuğun tüm güçlülük (ben istiyorum her şey oluyor) halinin daha sonra güvenli bir şekilde kırılması gerekir. Çünkü gerçek hayat, her zaman herkesin ihtiyacını karşılamaz. Bu da Winnicott’a göre, bir geçiş nesnesi ile olur (örn. Bir çocuğun devamlı uyuduğu bebeği veya elinden bırakmadığı battaniyesi). Çocuk bu geçişte anlar ki ihtiyaçlarıyla her şeyi yaratan o değildir, bir dış dünya ve onun gereklilikleri vardır. Bu geçiş, aslında annenin çocuk bebeklikten çıkıp kendi ihtiyaçlarını karşılar kapasiteye ulaştıkça, her daim onun ihtiyaçları için orada olmaması ile sağlanır. Öte taraftan, anneden ayrışmak, bireyselleşmenin sert bir biçimde engellenmesi ciddi psikopatolojik neticeler doğurur. Bu durumdaki çocuk sahte kendilik geliştirecektir. Kendiliğinden, ihtiyaç ve taleplerinden vazgeçecek hızla annenin ve başkalarının taleplerine göre kendini oluşturmaya çalışacaktır, bu durumda gerçek kendilik sahte kendiliğin içinde hapsolmuş olarak kalacaktır. Gerçek kendilik, kendiliğin ihtiyaçlarını, sahte kendilik ise çevrenin olumlu geribildirimini almak üzerine konumlanır (Winnicott, 1971).
Zelig’in Çocukluğu ve Ailesi
Baş karakterimiz Leonard Zelig, aslen Avrupa Yahudi’si bir aktör olan Morris Zelig’in oğludur. Baba Zelig’in evliliği düzenli bir şiddet döngüsüyle meşhurdur; öyle ki aile bir bowling salonunun üst katında yaşamasına rağmen gürültüden şikâyetçi olan bowling salonundakilerdir. Gençliğinde baş karakterimiz sık sık Yahudi karşıtlarının saldırısına maruz kalmıştır. Filme göre, hiç onun tarafını tutmayıp her konuda onu suçlayan ebeveyni, Yahudi karşıtlarından yana çıkar. Genelde onu küçük, karanlık bir odaya kilitleyerek cezalandırırlar. Gerçekten kızdıklarındaysa odaya onunla beraber girerler. Baş karakterimiz kendi olarak kabul, onay ve şefkat görmemiş; devamlı ebeveynin istediği yönde davranması gerektiği mesajı verilmiş; aksi yönde davranırsa da ağır şekilde cezalandırılmıştır. Daha Zelig, Winnicott’un ilk basamak olarak bahsettiği, çocuğun ihtiyaç ve isteklerinin duyulması ve karşılanması kısmında oldukça istismara uğratılmıştır. Hem kendi olmasına, hem kendine güvenmesine, hem de ayrışmasına/farklılaşmasına asla izin verilmemiştir.
Ölüm döşeğinde, Morris Zelig oğluna hayatın manasız bir azap kâbusu olduğunu söyler ve tek nasihati “telli çalgıları elinde tut”tur. Her ne kadar baş karakterimizin kardeşi Jack bir sinir krizi geçirse ve kız kardeşi Ruth soyguncu bir alkolik olsa da, Leonard Zelig hayata kendi gibi olmayarak ayak uydurmuş gibidir. Nasıl bir ailede büyüdüğünü Zelig şöyle anlatmaktadır: “Erkek kardeşim beni dövüyor. Kız kardeşim erkek kardeşimi dövüyor. Babam, kız kardeşimi, erkek kardeşimi ve beni dövüyor. Annem babamı, kız kardeşimi beni ve erkek kardeşimi dövüyor. Komşular ailemizi dövüyor. Aşağı bloktan insanlar komşularımızı ve ailemizi dövüyor. Ben on iki yaşındayım. Bir sinagoga giriyorum. Hahama hayatın anlamını soruyorum. Bana hayatın anlamını söylüyor ama İbranice olarak. İbranice bilmiyorum. Bana 600 $ karşılığında İbranice dersi vermek istiyor.”. Leonard Zelig, kabul, onay şefkat, sevgi, güvenden yoksun büyüyor. Ebeveyni ve büyükler bizim istediğimiz gibi olursan seni kabul ederiz yoksa cezalandırır, istismar ederiz mesajını veriyorlar.
İyileşme Basamakları
Filmde an be an Zelig ile ilgili bilgi ediniyoruz. İnsanlar gülüyor, eğleniyor, üzerine konuşuyor ama sadece Dr. Fletcher Zelig’i bir insan olarak umursuyor. Dr. Fletcher, Zelig’in özel bakıma ihtiyacı olduğunda ısrar ediyor ama bu ısrarının bir yararı olmuyor. Zelig’in ihtiyacının ne olduğunu bilen doktor ona içinde koşulsuz sevgi olan ve kendini açabildiği bir yer sunuyor. Dr. Fletcher’ın terapisi iki uç noktadan meydana geliyor. Trans halindeyken Zelig’in kişiliği derin bir şekilde araştırılmaktadır ve yeniden inşa edilmektedir; bilinç halindeyken kendisi sevgi, şefkat ve sınırsız müsamaha ile desteklenmektedir. Bu sayede tedavide Zelig’e, kendisine ayrışmış birey olarak davranılmış ve kendi olabilme fırsatı verilmiştir. Bu sağlıklı haliyle de, Zelig halk tarafından tekrar kabul görür ve bu hali pekiştirilir… Ancak Dr. Feltcher ısrarında haklıdır, böyle bir karakterin tedavisi uzun süreli bir terapi yöntemi ile mümkündür. Bu kadar tedavi geçici olacaktır…
Geriye Gidişler
Tüm bu iyileşme sürecinin ardından, Zelig’in kardeşleri onun ününü pazarlamak için onu yanlarına alırlar. Yine onun kendine değil sahte kimliğine yatırım yaparlar. Şovlar ve partiler Zelig’in kardeşini ve onun sevgilisini zengin ve mutlu kılsa da Zelig’in öz-varoluşu aslında bir var olmayıştır. Kişilikten yoksun, insani nitelikleri o kadar uzun zamandır hayatın geçiştirmelerinde kaybolmuştur ki hep tek başına oturur, sessizce boşluğa bakarak. Bir sıfır… Bir gayri-insan… Rol yapan bir ucubedir… Bütün istediği uyum sağlamak, ait olmak… Amacı düşmanlarına görünmez olmak ve sevilmektir ama ne uyum sağlayabilir ne de aidiyet yaşayabilir. Çünkü “ben ne istiyorum, aslında ben kimim?” bilmeyen Zelig, bunu bilmediği için kendi olamamaktadır. Kendi olsa bile böyle nasıl ait hissedilir onu da bilememektedir. Çünkü kendi fikirleri, istekleri ve ihtiyaçları yoktur… Kimse onun gerçek kendiliğine yatırım yapmaz, ondan para alabilmek için birçok asılsız habere adı karıştırılır. Kendi sınırı, hayırı, kimliği olmayan Zelig istismara oldukça açıktır… Peki, bunca insan onun bu sahteliği ile uğraşadursun Dr. Fletcher neden ona bu kadar emek vermeyi seçmiştir?
Dr. Fletcher Kimdir?
Dr. Feltcher Zelig’e uyguladığı tedavi sayesinde büyük bir başarı elde eder. Zelig zor ve tuhaf bir vakadır. Ardından da Zelig’e aşık olur. Zelig’e bu kadar yatırım yapma nedeni çok da tesadüf değildir. Zelig’i ona çeken nedir? Kendisinde olmayan bir şey mi yoksa benzerlik mi?
Cevaplarsa, bir televizyoncunun uzattığı mikrofonda gizlidir.
- Dr. Fletcher ve Ailesi Sayın Fletcher size ilk olarak şunu sormak istiyorum, bir tıp dehası yetiştirmek nasıl bir şeydi? Bir sürü fedakârlıkta bulunmuş olmalısınız. Kızınızı tıp okuması için zorlamışsınız.
- Anne Fletcher: Fedakârlık mı? Hiç olmadı. John borsacıydı. Çok paramız vardı ben de zaten zengin bir Filedelfiya ailesindenim.
- Eminim kızınız ta çocukluğundan beri hep doktor olmak istemiştir.
- Anne Fletcher: Sanmıyorum. Hep pilot olmak istediğini sanırdım kız kardeşi Meryl gibi, sonra evli barklı biri… Ama çok içine kapanık bir çocuktu.
- Ama her anne kendi çocuğunun sizin kızınız gibi bir başarı kazanmasını ister.
- Anne Fletcher: Çok zor bir kızdı.
- Bize kocanızı anlatın. Anladığım kadarıyla sıradan bir iş adamıydı. Kızının böyle ünlenmesinden eminim heyecanlanıp memnun olmuştur.
- Anne Fletcher: John problemliydi– Bunalım. İçerdi…
- Eeeee (şaşırır), Bn. Fletcher, bizimle bugün konuştuğunuz için çok teşekkürler.
Dr. Fletcher’ın ailesi de Zelig’in ebeveynleri gibi kızının duygu ve düşüncelerinden bihaber, kendi dünyasına odaklanmıştır. Öyle ki onun başarısının, mutluluğunun bile farkında değillerdir. Mikrofonu uzatan haberci aldığı cevapları hiç duymuyormuşçasına çaktırmadan röportajı bitirmeyi seçer. İşin trajik kısmı ise, Dr. Fletcher’ın Zelig’deki başarısı, onun kendi geçmişinde benzer bir yere dokunması ile ilgilidir. Zelig’in neye ihtiyacı olduğunu kendi hayat hikâyesinden dolayı çok iyi bilmektedir. Dr. Fletcher da koşulsuz sevgiyi, kabulü ve güveni hissedememiştir ve görünen o ki oldukça eleştirilmiştir… Dr. Fletcher da belki başarılarıyla görünür olmak üzerine bir sistem kurmuştur…
Sahte Kendilik İyi Değilse Neden Ona İhtiyaç Duyarız?
Aslında biz ilk kendimiz olabilme basamaklarına, birilerini taklit ederek başlarız… Taklit ederken bazen yaptığımız şey oluruz (abartılı pilot Zelig’de olduğu gibi); bazen de o taklit içinde kendimize ait yeni yanlar geliştiririz. Belki tüm hayatını bir oyuncu gibi geçiren, karşındakine birebir benzemeyi başaran Zelig, aslında oyuncu olan babası ile aşırı özdeşim kurmuş olabilir. Ergenlikte birilerini idealize etmek ve örnek almak hayatta nasıl duracağımızı deneyimlemek ve kendimizi bulabilmek adına değerlidir. Burada ergenin önceliği başkaları ne der, beni nasıl görür algısı üzerinden hayatı yaşamaktır. Ancak sağlıklı bir yetişkinden beklediğimiz, başkalarını taklit edip, kendini bulduktan sonra artık kendi ayakları üzerinde duran, kendi benliğini var eden, isteklerini bilen, ifade eden ve bu doğrultuda hareket eden bir yapıya geçmesidir. Zelig bunu film boyunca başaramayarak bizi güldürmüş, eğlendirmiştir. Ya biz hayatımızı nasıl yaşıyoruz? Kendi olmak istediğimiz yerde olmanın peşinden koşarak mı yoksa başkalarının bizi nasıl göreceğine odaklanarak mı? Ne dersiniz? Siz kendinizi ne kadar göze alabiliyorsunuz?