Skip to main content

Salgın Yaşarken Salgın Filmi İzlemek

Psikesinema’nın bu ayki konusu salgın, benim hayatımın, sizin hayatınızın, ülkemizin, diğer ülkelerin ve dünya gezegenin konusu salgın ve şu an daha iyi bir gündem yok bunu geride bırakacak. Çünkü konu hayat memat meselesi! Ölümlülük dikilmiş karşımızda, bir hayatta kalma mücadelesi tüm insanlığın şu anda uğraştığı, öyle sen, ben, öteki, kimin olduğu da değil mesele. İnsanlık… İnsan olan biz, ilk kez kendi varlığımız uğruna kişiselleştirmeden birbirimizden öğrenmeye, karşıdakinin ne yaşadığına son derece duyarlı bir yerden karşılamaya odaklandık. Bu kez bana dokunmayan “yılan” yok, “yılan” hepimize dokunuyor ve hepimiz aynı gemideyiz. Bu kez daha önce film olarak izlediğimiz bir şeyi, oyuncu olarak biz çekiyoruz. Ve ben size 1995 yapımı Tehdit filminden yola çıkarak bu kez filmi analiz etmek yerine böyle bir dönemde bu tarz filmler izlemenin yarattığı psikolojik deneyimden bahsedeceğim. Ve bu dönemde kaygıyla baş etme kısmında ne yapsak daha iyi gelir onu da bonus olarak eklemeye çalışacağım. Çünkü şu an ruh sağlığı uzmanları olarak bu dönemdeki yoğun stresi hem kendimizde hem diğerlerinde kucaklamaya çalışırken, bu dergiyi okuyacak olası kişilere de bir katkı vermek ne de güzel olur diye düşünüyorum. Çünkü biliyorum ki benim size, sizin bana ihtiyacımız var. Gün, birlikte kol kola savaşma zamanı…

Filmin Özeti

1995 yapımı Tehdit filminde Zaire’de hayati tehdit salan bir virüs salgını başlamıştır. Askeri bir doktor olan Sam virüsler konusunda uzmanlaşmış bir doktordur ve orada ortaya çıkan virüsü araştırmak için görevlendirilir. İlerleyen zamanlarda, bu virüsün Amerika’ya da yayıldığını tespit eder. Bu virüs ciddi bir yaşamsal tehdit yaydığı için tüm Amerika’ya yayılmadan bunu kontrol altına almak gerekmektedir. Bunun için yayılmaya başladığı kasaba karantinaya alınır. Ancak bu virüsü kontrol etmek hiç kolay olmayacaktır. Çünkü bir yandan virüsün taşındığı yeri arayıp bulmak ve kontrol altına almak gerekecektir. Öte yandan aslında bu virüsün biyolojik bir silah olarak daha önce Amerika tarafından geliştirilmiş bir şey olduğu gerçeğiyle yüzleşmek gerekecektir. Bu konuyu kapatmak için de kasabayı tamamen havaya uçurarak kendi yarattıkları durumun ortaya çıkmasını engellemeye çalışan askerlerle karşı karşıya kalacaktır Doktor Sam. Bir de kendisiyle çalışan, hala aşık olduğu eski eşi Robby bu virüse yakalanınca tüm bunlara karşı gelmek ve virüsün çaresini bulmak için az zamanda çok şey başarması gerekecektir. Filmin sonu mutluluğa bağlanır, Sam büyük bir çabayla virüs için çareyi bulup Robby’i ve kasabadaki ulaşabildikleri kişileri ölmekten kurtarır. Ve bu virüsü yaratan kişiler de cezasını bulur. 

Ve filmde aslında çok basit bir senaryo üzerinden insanın diğer insan için ürettiği silahın kendisine tehdit haline gelmesi öncelikli olarak dikkati çeker. Kendisine tehdit haline gelen bu şeyden kurtulmak için de aslında virüsün tedavisini sağlayacak ilaç olmasına rağmen, bu virüsü onların ürettiği bilinmesin diye bir grup insanın ölmesini göze alarak insanın insana neler yapabileceğini göstermektedir. Bunun yanı sıra Casey rolünde Sam’le birlikte çalışan doktorun kıyafetinin kesilmesi ve sonrasında virüs kapıp kapmadığına ilişkin panik yaşayıp bunu kimseye söylememesi, korkup inkâr etmesi de insanın baş etmekte zorlandığı kaygıyı gösteren ve inkâra onu götüren bir yapıyı da gözler önüne sermektedir. Ayrıca kişinin sevdiği kişilerin başına bir şey geliyor olmasının yarattığı kaygının kişiyi nasıl kurtarıcı pozisyona geçirmek için güçlü bir motivasyon yaratabileceğini gözler önüne sermektedir. 

Peki, bu filmi bu dönemde izlemek nasıl bir deneyimdi? Bu sayıda bu filmi yazmak için filmi açtığımızda bir anda film gibi bir zamanın içinden geçtiğimiz bilgisiyle filmden kendimize bakar olduk eşimle. Ve normalde ben tehdit algısı daha yüksek, eşim hep çok rahatken, eşimin benden daha kaygılı olması da ayrı bir analiz gerektirir. Filmografi açısından iyiliği tartışılacak bir film olsa da güçlü bir oyuncu kadrosu ve basit bir temayla film fena değildi. Ancak ilk bir saat izledikten sonra filmi kapatıp ertesi gün devam etmeyi uygun bulduk. Çünkü içinden geçtiğimiz kaygı yüklü günlere belli sınırda haber alarak ve felaket haberciliğine kapılmadan devam etmeye çalışan bir aile olarak bir anda kendimize felaket dolu bir yerden bakıyor olmak iyi hissettirmemiş kaygı seviyemiz artmıştı. Üstelik alışmadığım şekilde normalde çok rahat eşimin benden daha kaygılı bir hale gelmesi de beni sorumlu hissettirmiş, hemen filmi kesip arkadan eğlenceli, boş bir şey açmıştım TV’de, uykusu etkilenmesin diye. Tabii bir de gece izliyor olmak kısmı ve yatınca o duyguyla kalacak olmamız hiç de istediğimiz şeylerden değildi. Nitekim ertesi gün, gün içi bir saatte filmin kalanını tamamladık. Gece izlemeyince de daha iyi baş ederiz dedik, araya gün girmesi de konuyu soğutmuştu biraz. Peki, biz bu salgın günlerinde içimizdeki kaygıyla nasıl baş etmeye çalışıyoruz ve izlediğimiz filmlerin ve verdiğimiz reaksiyonun bu başa çıkma biçiminde nasıl bir etkisi vardır?

Virüs Salgını, Yarattığı Kaygı ve Sağlıksız Başa Çıkma Biçimleri

Kaygı Nedir?

Bizim bu dönemde neler hissettiğimizi, nasıl başa çıktığımızı anlamamız ve film izlerken nasıl bir etki yaşadığımızı anlamak için öncelikle kaygının ne olduğunu anlamak gerek. Kaygı diğer bütün duygularda olduğu gibi bir fonksiyona sahiptir. Bize bir şeyleri haber eder ve ne yapmamız gerektiğini söyler. Bu manada bakılınca evrimsel olarak yazılımımızda yer alan bir duygu olan kaygı, bizi hayatta kalabilmemiz için ikaz eder, tehdit algısı yaratır ve korur. Örneğin kaygılandığımız için bir sınava çalışırız, hiç kaygılanmazsak umurumuzda bile olmaz çalışmayız. Ancak aşırı kaygı yaparsak da ne kadar çalışırsak da çalışalım sınavı geçemeyebiliriz. Bu da işlevsel olan kaygının miktarının duruma verdiğimiz reaksiyonu ve sonucunu değiştirebileceğini bize söylemektedir. Filmde insanı tehdit eden virüs, bir şeyler yapmakla ilgili Sam’i harekete geçirmiştir. Hatta aşık olduğu kadına bir şeyler olmasının yarattığı kaygı, tüm insanlık için bir şey yapmasını sağlar. Ancak virüs kaptığı endişesi yaşayan ve bunu kimseye anlatmayan Casey ise o kadar çok kaygılanmıştır ki konuyu inkâr ederek yokmuş gibi davranmış, zamanında olası bir yardım alabilecekse de bunu kaybetmiştir. Şu yaşadığımız dönemde herkesin kendisini koruyacak kadar belli miktar kaygı hissetmesi NORMAL’dir. Hatta bu süreçte aklımıza geldikçe panik yaşıyor, uyuyamıyor olmak, virüsü hatırlatacak şekilde boğazımızda psikolojik bir yanma veya ağrı gibi semptomlar geliştirmemiz mümkündür. Bedenimizi gözlemleyerek virüs kapıp kapmadığımızı anlamaya çalışmak da çok normaldir. Çünkü etrafta bir tehdit var ve evrimsel olarak kaygımız bunu anlamaya çalışıyor. Bu dönemin özelliklerine bakınca ortaya çıkan en önemli şeylerse sürecin belirsiz, kontrol edilemez, soyut gözle görülemeyen bir tehdidin olması ve hayati bir tehdit içeriyor olmasıdır. Ancak burada söylemek gerekiyor ki biz insanlar olarak bir şeylerin bizim kontrolümüzde olduğu varsayımıyla kendimizi güvende hissederiz. Aynı zamanda bizler her ne kadar ölümlü varlıklar olsak da her saniye öleceğimizi düşünerek yaşamayız çünkü bu konuyu bir kenara koyup hayata devam edebiliriz. Ancak bu dönem öyle bir dönem ki hem kontrol hissimizi yitirmiş gibi hissetmekteyiz hem de ölümlülükle karşı karşıyayız. Peki, bu dönemde bu kaygıyla nasıl baş etmeye çalışıyoruz?

Sağlıksız Başa Çıkma Biçimleri

Şema Teori yaklaşımına göre şemaların yarattığı yüksek duygularla üç şekilde başa çıkma biçimiyle baş etmeye çalışıyoruz. Bu başa çıkma biçimleri hayvanların doğada tehdit algıladığında, örneğin bir ceylan onu yemek için dolanan bir aslanı görünce, ya donakaldıklarını/teslim olduklarını ya kaçtıklarını ya da üzerine giderek onunla savaşmaya çalıştıklarını gösteriyor bize. Yalnız burada aşırı kaygımız için baş etmeye çalışırız ama kaygı ortadan kalkmadığı için üçü de sağlıklı değildir. 

  • Donma/Teslim Olma 

            Aşırı kaygımızla bu şekilde başa çıkmaya çalışan bizler, kaygıya teslim olur, onun içinde donakalırız. Kaygı bizi teslim alır, içinden çıkış yok gibi hissederiz. Hayatımızın dümenine kaygı oturmuştur. Örneğin, şu dönem durmadan tehdit algısı yaratan ve kaygı uyandıran haberleri izliyor, whatsup gruplarını takip ediyorsak ve aslında olumlu gidişatı olan şeyler bile olsa hayatımızda şu an, biz hep olumsuza odaklanıp gerildikçe geriliyorsak, bu kaygıya teslim olduğumuzu gösterir. Bu dönemde oturup aşırı salgın filmleri izleyip bunların üzerimizde yarattığı kaygıya rağmen, her şeyin daha da kötüye gideceğini düşünüyorsak hayatın başka bir kısmına odaklanamıyorsak bilelim ki kaygıya teslim olmuş durumdayız. Kaygıya aşırı teslim olmak aşırı gerginlik hali yaratır, uykumuzda, iştahımızda ve konsantrasyonda ve birçok alanda bozulmalara sebep olur (bkz. Figür1). Beraberinde umutsuzluk, çaresizlik ve yersiz öfke duyguları hissederiz. Bunlar baskın bir şekilde hayatımıza yayılmışsa bunun dışındaki hiçbir şeye odaklanamayız. Burada paradoksal olansa daha başımıza bir şey gelmeden gelmişçesine biz onu yaşarız. Aslında virüs bana bulaşacak ve öleceğim diye korkarken ona aşırı teslim olup yoğun bir kaygı yaşadığımızda işin aslı şudur ki hastalanmaktan korkup yoğun stresten dolayı bağışıklık sistemini düşürüp hastalanmaya daha açık hale getirir. Bu da kendini doğrulayan kehanet gibi, korktuğumuz şeye bizi daha açık hale getirir (bkz. Figür2). Salgınla mücadele ettiğimiz bu dönemde ilk başta yükselen kaygımızın daha sonra haftalar geçtikçe azalmasını bekleriz. Ancak aylar sonra bile geçmiyorsa bir destek almakta da fayda olabilir. Çünkü olaylara verdiğimiz reaksiyonlarda kişisel farklar olması çok normaldir.

  • Kaçınma

         Aslında bize iyi gelmeyen şeylere belli miktar sınır koymak, onlardan uzaklaşmak bizi koruyan da bir şey olabilir. Ancak burada kastedilen, etrafta kaygı duyulacak bir şey olduğunun bilgisi vardır; kişi bastırarak, inkâr eder, yokmuş gibi davranır: “Bana bir şey olmaz” deyip hiçbir şey yokmuş gibi davranır. Filmde de Casey, laboratuvarda çalışırken elbisesi yırtılmış ve virüs kaptığıyla ilgili çok endişelenmiş ve bunu kimseye söylememiştir. Bundan kaçınmak, yokmuş gibi baş etmek istemiştir. Ancak kaçınmanın dezavantajı, kaygıyla yüzleşmek ve çözüm bulmak için bir fırsat varsa onu kaçırmamıza neden olur. Nitekim filmde de öyle olmuş, hastalanana kadar Casey kimseyle bu durumu paylaşmamıştır. Kaçınma, kendimizi korumamızı ve önlem almamızı engeller. Örneğin şu an acil durum ve görevimiz yoksa sokağa çıkmamak bizleri koruyacakken dışarıya çıkıp diğerleriyle temas içerisinde olup hijyene dikkat etmezsek, virüsü kapmasak bile bulaştırmaya vesile olabiliriz… Aynı zamanda kaçınma duyguları paylaşımdan uzaklaştırdığı için yalnızlık hissini arttırır. İnkâr edilen duygu doğrudan çıkamadığı için bastırılan kaygı vücut yoluyla kendisini ortaya çıkarır, örneğin geceleri diş sıkma, mide-bağırsak problemleri, strese bağlı döküntü, migren atakları gibi… Sürekli aşırı aktiviteyle uğraşıp alkol, sigara ve madde kullanımında bir artış görüyorsanız bu dönemde, bilin ki içinizdeki negatif duygudan böyle kaçınmaya çalışıyor olabilirsiniz. Ancak kaçtığımız şey yok olmuyor ve kaçtığımız şey hastalanma korkusuysa da biz aşırı madde tüketimiyle yine bağışıklığımızı düşürerek kendimizi paradoksal olarak hastalığa açık hale getiriyoruz. Bir de örneğin salgınla ilgili film izlemek kaygımı tetikledi demiştim, böyle zamanlarda kaçınan bir insan muhtemelen tüm salgınla ilgili içeriklerden uzak durarak hiçbir şey yokmuş gibi sadece diğer şeylere de odaklanarak baş etmeye çalışıyor olabilir. Ancak bu da kaygıyı yok etmez.

  • Aşırı Telafi/ Savaşma

          Üçüncü baş etme şekliyse aşırı telafi ya da savaşma diye geçiyor. Bu da kaygının farkında olup onun tam tersini yapıp hayatı aşırı pozitif yaşamaya meyil etmek anlamına geliyor. “Kaygımın farkındayım ama üstüne giderim ve ona pabuç bırakmam” diyorsam işte orada da onunla savaşarak onu var ediyorum. Çünkü onu tanımış olup değer vermiş oluyorum ki bu da sağlıklı bir yapı olmuyor. Hiç negatif bir duygu yaşanacak bir durum yokmuş gibi davranıyorum. Örneğin, aşırı telafide çok pozitif hisseden kişi böyle bir dönemde bu kaygısıyla savaşmak için kaslarını güçlendirmek adına sürekli salgınla ilgili çekilmiş filmleri izler ve içeride aslında gerilir. Ancak kendisine hiç etkilenmediğini göstermek, bu sayede baş ettiğini ve kaygılanmaz olduğunu kendisine ispatlamak ister. Ancak her şeyi pozitif görme davranışı da aslında gerçekte belli miktar olması gereken kaygıyı görmezden gelmek anlamına gelir, duygu paylaşılmadığı ve kaygıdan dolayı oluşan problemler çözülmediği için de işe yaramaz. Devamlı izlediğimiz salgınla ilgili filmler, aslında güçlendirmek yerine bizim içimizdeki kaygıyı daha da tetikler.

Ya Sağlıklı Başa Çıkma?

Sağlıklı miktarda kaygısı olan bir kişi bir yandan bu virüse yakalanmamak için önlemlerini alırken (hijyene dikkat etmek, sosyal olarak daha izole bir yaşam sürmek, düzenli beslenme ve uykuya dikkat etmek vb.) öte yandan gündelik işlere ve doğal rutinine devam etmektedir. Bunun için, bu süreçte yapılması gereken tedbirleri alıp medyaya, salgın dolu aşırı maruz kalmaktan kendimizi korumalıyız. Aşırı medya takibi bizim gerçek dışı seviyede bir kaygı yaşamamıza neden olacaktır. Yeterli miktarda güvenilir kaynaklardan belli sayıda bilgi alıp gündelik hayatımıza devam etmeliyiz. Evde izole olmamız gereken durumlarda, sanatla, sporla ilgilenebilir, kitap okuyabilir, izlemeyi beklediğimiz filmlere odaklanabiliriz ya da daha önceden zaman bulsam da yapsam dediğimiz bitmemiş işlerimize fırsat yaratabiliriz. Aslında tüm bunları yaptığımızda hayatımızda kontrol edebildiğimiz şeyleri kontrol altında tutup an’a odaklanıp bu sayede bağışıklığımızı güçlü tutmuş olacağız. Stresle baş etme becerilerimizi artırmak için her gün yoga, meditasyon gibi bedenimize ve ruhumuza iyi gelecek aktivitelerde bulunmalıyız. Yüz yüze olmasa da telefon ve online olarak sosyal ilişkilerimizi devam ettirmeli, duygularımızı diğerleriyle paylaşmalıyız. Hayattaki her riski zaten kontrol edemeyiz, bugüne kadar da edemiyorduk ama ediyor olduğumuzu sanıyorduk. Tüm araştırmalar gösteriyor ki riski öngörüp yeterli düzeyde tedbir almak ve hayatımıza anlamlı ve üretken bir yerden devam etmeliyiz ki ruh sağlığımızı dolayısıyla bağışıklığımızı daha iyi koruyabilelim. Bu nedenle kontrolü kaybettiğimiz hissine kapılmamalıyız, sadece daha dikkatli yaşamamız gereken bir dönem içerisindeyiz. Ve bu dönem belki de bir süredir yapmak istediğimiz ama zaman-fırsat bulamadığımız şeyleri yapmak için bir fırsat veriyor hepimize. Bu dönemde pozitif düşünmeye odaklanmaya çalışmalı, aşırı stres yapmadan psikolojik sağlığımızı korumaya odaklanmalıyız…

Filmden Bugüne, Bize, Bana…

Aslında tüm bunları anlatırken ne yapıyorum filmi parçalayarak izlemiş olup filme aşırı odaklanmadan mesleki bir yerden bu sürece dışarıdan bakarak belki de kaygımı çok tetiklememeye çalışıyorum. Ve size diyorum ki bu kaygının gerçeğini yaşadığım an’da filmini izlemek o kadar da kolay değil. Film diye baktığım kurgunun gerçeği şu an hayatımızda. Ama zannettiğimiz kadar da kontrol edemiyor değiliz. Şu an bu satırları yazabiliyorsam, sağlıklıyım demek ve siz de okuyorsanız sağlıklısınız demek ve bunu unutmayalım diyorum. Ama yine de insanım ya, kaygı döngüsüne kendimi bırakmamak için belki de hiçbir şey olmamış gibi de filmi analiz etmek yerine, şu sırada birçok kişiye, kuruma anlattığım şeyleri size aktarmaya çalıştım. Bu kez film analizi değil de gerçeğin analizi oldu sevgili okuyucular. Mazur görün, hepimiz aynı gemideyiz. Ama ben hep birlikte el ele verip bu filmin sonunu olabildiğince, elimizden geldiğince mutlu olarak bitireceğimize inanıyorum. Çünkü ilk kez bu kadar sosyal izole ve bu kadar yakınız birbirimize. Benim derdim sizin, sizin derdiniz benim derdim. Ve ölümlülükle yüzleşerek nasıl bir hayat yaşadığımızı analiz etme fırsatıyla karşı karşıyayız. Koşturup durduğumuz şu dünyada, durdurulduk, durduk, kaldık kendimizle. Peki, a dostlar, kaldığınız kişiyle memnun musunuz? Tahammül edebiliyor musunuz ona? Nasıl geçiyor bu ömür, durup baktığınızda? Neydi yaşamak istediğiniz, ne yaşıyorsunuz? Bitecek elbet bugünler de, peki ben, siz ve hepimiz kendimiz için bu süreçten büyüyerek çıkabilecek miyiz? Bir beyaz sayfada ölümlülüğü bu kadar yaşayınca, bu defa gerçekten yaşamayı seçecek miyiz?

Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com