Skip to main content

Oysa Bendim Aldatan da Tüm Aldattıklarım da

Adalet… Kaybedip yitirdiğimiz ve ne de çok ihtiyacımız olan bir kavram, değil mi? Elbette toplumsal olarak hepimizin birtakım yönetimlerden, organizasyonlardan ve kurumlardan bunu beklemesi, bulamadığında rahatsız olması çok haklı ve gerçekçi bir beklenti. Peki, bu adalet meselesi her zaman bir üst merciden beklenen ve dışarıdan sağlanması gereken bir şey midir? Ya kendimize olan adaletimiz? Başka bir yerlerde adalet diye inlerken ya kendimize yaptığımız haksızlıklar? Bir başkasını aldatmak, işin en klişesi, sahte bir güçlülük ve sözde istediği zaman istediği her şeye ulaşmanın yalancı maskesi altında ya asıl kendimize olan ihanetimiz?

………………………..

TAK TAK TAK… Psikoloji profesörünün kapısı çalıyordu. ‘Gir!’ sesiyle kendisini içeri atan ağlamaklı psikoloji öğrencisi: ‘Bu sefer benim için konuşmanız lazım hocam…’ diyerek hocasının karşısına dikilmişti. Profesör, bir kişinin çok yakın olan birisini kaybetmesi sonrası hem olumlu hem olumsuz (öfke, özlem, suçluluk, sevgi gibi) birçok duygunun aynı anda yaşandığı komplike yası yaşadığını bildiği öğrencisine merakla ve hüzünle bakıyordu. Öğrencisi babasını kaybetmiş ve ardından tüm aile babasının başka kadınlarla da başka başka ilişkileri olduğunu öğrenmiş olmanın şaşkınlığını ve derin öfkesini yaşıyordu. Öğrencisi sanki kendisi sebep olmuş gibi o kadar utanıyordu ki bunları yaşadığı için ve o kadar öfke duyuyordu ki hayata, hesap soracak birilerini arıyordu. Çünkü babasının bilmediği hayatındaki bu kadınlar onun karşısına çıkmış ve her biri de babasının hayatındaki bir başka kadının varlığından haberdar olduğunu söylüyordu. Öğrenci tüm bu utanç verici şeyin adının bir hastalık olması gerektiğini düşünüyor ve hocasına ısrarla soruyordu ‘Neden bir erkek flört ettiği/tavlamaya çalıştığı bir kadına sürekli diğer başka kadınları anlatır, bu ne saçma sapan bir durum, söyleyin nedir bu hastalığın adı!!??’.

Ve yıllar geçer, öğrenci de artık psikoterapist olma yolunda eğitimlerine devam ederken, yine karşısına gittiği gitar dersinden başka bir erkek çıkar, adam evli ve yaşça oldukça büyük olmasına rağmen, öğrenciye hem sürekli eşinden bahseder hem de bir yandan flört eder şekilde sınırsızca davranır. Öğrenci gördüğü bu muameleden çokça şaşırır, evliyken asılan birinin eşini gizlemesi gerekmez miydi ya da bu kadar eşinden bahsedecekse asılmaması gerekmez miydi diye yine sorgular: Aldatmak ne zamandır bu kadar seviye atlamış diye düşünür ve bu kişiye oldukça mesafelenir. Ardından eğitim yolculuğunu tamamlayan öğrenci artık mezun olur ve psikoterapist koltuğuna oturmaya başlar, kendi yaşanmışlıklarıyla yıllar önce sorgulamaya başladığı bu konu, tabi ki bu kez ‘danışan’ olarak karşısına oturur. Ve psikoterapist, eğitimini aldığı şema terapiyle artık geçmişten bugüne sorduğu bu sorunun cevabını alır. Cevaplarsa psikoterapistin klinikte karşılaştığı çoğunlukla erkek olan bu danışanlarla ilgili notlarda bir bir yazılır…

………………………………

Çoğunlukla narsistik kişilik özellikleri veya bozukluğu gösteren bu kişiler çocukluğunda cezalandırıcı, sömürücü/istismar edici, küçümseyici/kusur bulucu ve kuralcı/kalıplayıcı bir babayla büyürken, onları böyle bir babadan yeterince koruyamayan ve varlık gösteremeyen duygusal bakımdan yoksun bırakan, ilgisini ve sevgisini koşullu ve başarı odaklı gösteren bir anneyle büyür. Böyle bir ortamda yetişen çocuksa içinde ihtiyaçlarını gören anlayan, neyi isteyip istemediğine empati gösteren bir ebeveyn yoksunluğu içinde duygusal yoksunluk şeması geliştirir ve her an yalnız kalma/bırakılmanın tehdidini içinde taşır. Bu tehditle baş edebilmeye yarayan, yandan gelişen iç içe geçmişlik/yapışıklık şemasıyla kendi benliğini kaybettiği, annesinin veya babasının istediği, idealize ettiği bir yaşam biçimini belirleyerek kendi olamamak/bağımsızlaşamamak pahasına, olmak istediği gibi değil de onay göreceği/yalnız bırakılmayacağı/ilgi sevgi alabileceği sahte bir kimliğe bürünür.  Ve tabi yalnız olmayayım, sevileyim diye diğerlerinin istediği kişi olmaya çalışan bu çocuk, özgürlük ihtiyacını göz ardı eder, boğulur, bir başkasının egemenliğinde yok olur. Ve bu da, bu çocuk yetişkin olduğunda hayatın/annesinin/babasının ona yaptığı adaletsizliğin öcünü almak için ve içlerinde yer alan ilgiye olan derin açlık nedeniyle kendilerine yönelen her kişiye aşırı bir şekilde çekilir. Ancak bu çekilme aynı zamanda boğulmak/yok olmak anlamına geldiği için iç içelik/yapışıklık şemasıyla yok olmamak için de çekildiği kişiye ‘Benim hayatımda başka biri daha var’ diyerek bol bol eşlerinden, diğer sevgililerinden bahsedip durur ki kimse benim özgürlüğümü alamasın, beni tek ona bağlı sanmasın diye. Aslında bu sözleri sözde başkalarına konuşurken kendisine söyler bu kişi, bir kişiyle yakınlaşırken bir üçüncüye tutunarak kendisine, iç içe geçme yapısına güvenemediği için kendisini kaybolmaktan korumaya çalışır. Ve bunun sokaktaki adı aldatan/güvensiz/çapkın/zampara erkek olarak geçerken, trajik bir şekilde bu kişi gerçekte ihtiyacı olan yakınlığı, yarım yamalak, yamalı ilişkilerde yaşayamadığı için -çünkü gerçekte olduğu kişi davranmaz ilişkilerde, çünkü kendisini korkmadan sevgi alıp vermeye doyasıya bırakmayarak- hep aç gezer ve evliliği, iyi giden ilişkileri, kadınları değersizleştirerek kendisini aldatıp durur ve geçmişte anne-babasının kendisine yaptığı ihanetin daha da büyüğünü kendisine yapar.

…………………………………………..

Ve şema terapisti olan bu psikoterapist, birilerine aşırı öfkelenme veya partnerleri tarafından bırakılmaya dayanamayarak küçük bir ihtimalle yolları ezkaza terapiye düşen bu kişilere, ihanet ettiklerini sandıkları isimsiz onca kişinin aslında kendileri olduğunu göstermeye çalışır. Ve içlerindeki öç alma duygusunu da geçmişteki anne-babasına yöneltmeye çalışarak, bugün orada yapayalnız kalmış olan o çocuğa sahip çıkmaya çalışır…