Sadece
“Bugün dağların dumanı aralandı, hoş geldin
Ah, ışıklar içinde kaldım, yandım, efendim
Sen bana yangın ol, efendim, ben sana rüzgâr
Tutuşsun gün, yansın geceler, zamanımız dar”
Deniz’in düğünü günü mikrofonu alıp söylemeyi düşündüğü şarkının sözleriydi. Orkestraya
önden gizli bir bilgi bile verilmişti. Düğünün en cafcaflı yerinde, orkestra şefi mikrofonu
uzattığındaysa bu şarkının evleneceği kişinin hakkı olmadığını fısıldayarak reddetmişti
seslendirmeyi. Bakıştılar şefle ama hiçbir şey olmamış gibi bu şarkıyı hak etmeyen adamla
oynamaya devam etti Deniz düğününde. Etrafında evlenmek isteyen onca insanı
umursamamış, en arzu etmediği kişiyi seçmiş resmen kendi yaşamının fişini çekmişti.
Duygusal yoksunluk şemasıydı sahip olduğu Deniz’in, küçüklükte yeterince ihtiyaçları
görülmemiş, duyulmamış, karşılanmamıştı ebeveyni tarafından, kendi değerinin farkında
değildi ve bildik tanıdık olan sağlıksız olsa da güvenli olduğu için aileden bildiği gibi birini
seçmişti, ne duygu dünyasına karşılık verebilen ne de kendisini anlayabilme kapasiteleri olan..
Herkes çok çalışıyorsun diyordu. Kimseler işini onun kadar sevmediği için, bu yorumu
çok da önemsemiyordu Deniz. Oysa başkaları konu olduğunda o kadar da iyi biliyordu ki
insanın hayatında bir yerde bir eksik varsa başka bir yerde enerji yatırımının arttığını.
Kaçıyordu kendisinden köşe bucak, bilmeden. Yalnızdı ilişkisinde, duyulmuyordu. Kopuk
kendini avutan ile başa çıkmaya çalışıyordu, kopuyordu duygusundan sevdiği işine tutunarak
kaçıyordu içerideki yoksunluk hissinden ve kendine kıymış olduğu gerçeğinden..
Ve yıllar geçti hem de pek çok yıllar, Deniz bu! hiçbir zaman kendisini
sorgulamaktan, geliştirmekten vazgeçmedi. Ve bir gün, pek çok yaşanmışlıktan, doluca
yalnızlıktan, ıssızlıktan, nerede, neden olduğunu idrak ettikten sonra, bir gün ansızın kapıyı
açıp çıktı ve gitti… Ama plansız ama hesapsız ama kuralsız… O kadar borçluydu ki
kendine… Çünkü o artık içindeki İncinmiş çocuk yanıyla İLETİŞİM kuruyordu. Ellerinde
içindeki çocuğun minik elleri, ihmal edilmiş hiçbir şey demeye hakkı olmadan onunla
konuşmaya, onu duymaya, ona göre davranmaya çalışıyordu, tek ebeveynli çocuk
yetiştirmeye çalışan bir anne’nin korkusu ve çaresizliğiyle. Başkalarına verme konusunda çok
iyiydi oysa, Kendini feda şemasıyla… Sanki herkes bunca zaman yaşamış, yemiş, içmiş,
istediğini yapmış da bir o yapmamıştı. Ve şimdi avuçlarının arasında o minik avuçların
sorumluluğuyla ne yapacağını bilemiyor, sanki hayata gözlerini yeni açmış gibi, bu hayat
nasıl yaşanır cevap arıyor, korkularının üzerine gitmeye çalışıyordu. Ve içindeki çocuğa
konuşuyordu, geçmişte neden böyle yaptığının hesabını verirken:
“Azalırken, azalırken kapılar ardında
Kaçtığım zamanlar, boş vermiştim aslında
Yıkılırken kumdan kalelerim, birer birer karşında
Zırhı paslanmış bir kahraman gibiyim”
Ve içerideki minik kız çocuğuysa ne istediğini en açığından söylüyordu, formül çok
basitti:
“Hiçbir şey istemedim,
Ne yatak ne oda ne de ev
Sen de bırak her şeyi, sadece beni sev”
Ve içeride konuşanlar, konuştular, konuşmadalar, konuşuyorlar. Hoş geldin!
Kaynakça: 1) Hüsnü Arkan, Hoş geldin 2) Kalben, Sadece