Tek Başına!
“Bir kadın gelir değiştirir seni
Alıştığın o sert, kararlı şeklini
Yüzbinlerce yıldır böyledir gider
Suyun kumsala vurması gibi
Vurması gibi” Can Ozan Özçelik
2005 yapımı orijinal adıyla “North Country”, Türkçe adıyla “Tek Başına”, gerçek bir
hikâyeden uyarlanan Charlize Theron’un baş rolünü oynadığı ve kocası tarafından şiddet gören
iki çocuklu bir annenin (Josey) yıllar sonra kaçıp maden ocağında çalışan babasının evine
dönmesini konu alan bir filmdir. Çok az kadının çalıştığı ve erkekler tarafından ayrımcılığa,
istismara ve hatta tecavüze uğrayabildiği bu madende Josey, çocuklarıyla bağımsız bir hayat
yaşayabilecek parayı kazanabileceği için çalışmayı kabul etmek durumunda kalır. Ancak Josey’in
yerin derinliklerine kazılan bu iş yeri etraftaki kadınların yaşadığı istismara onlar istemediği
halde ses çıkarmasına ve aslında kendi derinliklerinde çözümsüz/ses’siz kalan bir travmanın
ortaya çıkmasına sebep olur. Ve sen kadın, biliyor musun bu kadın sen’i, ben’i biz’i hepimizi
anlatır. Yoksa sen hiç ev işleri üzerinden beceriksiz hissettirilmedin mi, trafikte sıkıştırılmadın,
kadın olduğun için kariyerinde engellenmedin mi veya sırf şirketinin kadınları koruduğu belli
olsun diye sözde “pozitif ayrımcılıkla” terfi ettirilip ardından da bunun senin başarına
dayanmadığın ima ettirilmedin mi! İş yerinde üstlerinden biriyle cinsel ilişkiye zorlanmadın mı,
kutsal gibi görünen akrabaların tarafından tacize uğramadın mı, bindiğin toplu taşımada
sıkıştırılmadın, “orospu, a. koyayım” gibi küfürlere hem maruz kalmadın hem de erkeklerin bile
böyle konuştuğunu duymadın mı! Giydiğin kıyafet yüzünden o iğrenç bakışlara maruz kalmadın,
ağabeyine ayrıcalık tanınırken annen baban tarafından aşırı sıkıştırılıp namus’un gidecek diye
aşırı kontrol altında tutulmadın mı! Çok çalıştığın için sırf kadın olduğun için eleştirilip
küçümsenmedin, dövülmedin veya tecavüze uğramadın mı! Hayır mı?? Hadi canım!! Desene sen
de sus’mayı, kör taklidi yapmayı seçtin!
Bir kadın düşün ve koy yerine, dayak yiyip baba evine dönüyorsun, “sen ne yaptın da
dayak yedin!”diye sorgulanıp kocanın evine dönmen öğütleniyor, üstelik baban tarafından.
Çocuklarına tek başına bakabilecek maddi kazanç için birçoklarının hastalandığı yerde çalışmayı
göze alıyorsun, “kancıklar, eksik etekler” şeklinde hitap ediliyorsun, “kızlardan hangisi
hizmetlim olacak” denerek görev dağılımı yapılmasına maruz kalıyorsun. “Biz de sizin kadar
çalışıyoruz, tuvalete gitmemiz lazım bizim niye iznimiz yok” diyorsun ne izin var ne de ayrı bir
tuvalet… İşe alınırken iş yeri doktoru “hamile mi” diye alttan muayene ediyor “bacakları güzel”
diye tüm erkeklere haber ediyor, başkalarından duyuyorsun. Yemekhanede yemek çantasından
plastik penis çıkıyor ve dalga geçiliyorsun. Portatif tuvalet talep ettiğinde kadınlar olarak, “bu işi
halledersek siz bize ne yapacaksınız” diye soruyor ve sorumlu kadın “herkesi yalıyoruz
duymadın mı” diyerek kadını daha da küçültücü bir yerden konuşunca ancak dikkate alınıyorsun.
Erkek işçi göğsüne dokunmak için “sigara arıyorum” diye zorla ceplerine elini sokuyor.
Bulunduğun madende yatırıp kadınların üstüne çıkılıyor, duvarlara küfürler yazılıyor. Kadın’a
eşya gibi davranıyorlar. Maden sahibi “Bir sorun olursa çekinmeden beni gör” diyor, “tacize
dayanmalıyız şikâyet etme” diyen kadınlara rağmen şikâyet için gittiğinde “Erkekler her zaman
asılır fazla ileri giderlerse, kadınlar sınır koyar” diyerek durumu anlatmana bile izin vermeden
“istifa edeceksen et” diyorlar. Ve çocuklarına “Sizin için yapamayacağım bir şey yok, hayatta ilk
kez para kazanıp sizlere bakıyorum” diyerek bu işten de olmak istemiyorsun. Bakıyorsun
madende çalışan “baban” bile ses çıkarmaman taraftarı “Sen çalışırken duvara ne
yazacaklarından ve tecavüze uğrayacağından korkmuyorsun baba!” diyerek cevap veriyorsun
ona. Oğluna oyununda kimse pas vermiyor; “sana pas verirsem babam beni öldürür” diyor bir
çocuk çünkü sana “maden fahişesi” dedikleri için. “Herkesin annesi yemek ve temizlik yapıyor,
sen normal anne değilsin!” diyerek çocukların bile hastalıklı kültür içinde “kadın” olmayı
ayrıştırıyor, değersizleştiriyor. Ve diyorlar ki sana “Sen çok güzel bir kadınsın, sana bakacak
birini bulursun” ve ısrarla diyorsun ki “Ben bunu istemiyorum!”. Tacize uğrayan arkadaşların,
baban, çocukların, başvurduğun avukat dahil herkese, her şeye rağmen adalete başvuruyorsun. Ve
ses olmak istiyorsun tüm bu kadınlara!
Ve Josey gibi bir kadının bu hikayesiyle zincir kırılıyor işte böyle. İlk çocuğunun kimden
olduğunu hiçbir zaman bilmediğini söyleyen ve erken dönemde hamile kaldığı için de ekstra
babası tarafından değersizleştirilen Josey, aslında başkaları üzerinden kendi içindeki o “tek
başına” olan ve başına bir sürü iş gelmiş o kadına sahip çıkmaya çalışıyor. Nitekim onun bu “ses”
olma çabası önce avukatın geri adım atıp yardım etmeyi istemesine, annesinin babasına tavır alıp
kızlarına olan tutumundan dolayı evi terk etmesine, babasının böylece kızının arkasında durmaya
karar vermesine kadar gidiyor…Mahkemede Josey’in kendisinde sıkıntı olduğunu ortaya
çıkarmaya çalışan madenin avukatının getirdiği tanıkla aslında Josey’in ilk çocuğunun yıllar önce
öğretmeni tarafından tecavüze uğraması sonucu doğduğu ancak bunun kimseyle paylaşamadığı
ortaya çıkıyor. Onu desteklemek için bir sürü kadın ve erkek madende yapılanları kabul edip onu
destekliyorlar. Ve Josey’in başka kadınlara “ses” olma çabası onun da “ses” olunduğu bir şekilde
mutlu sonla bitiyor.
Ve kadın koydun mu yerine kendini ve tanıdık geldi mi bir şeyler! Tabiki! Bu toplumda
çok tek başınasın be kadın… Başına gelenlerden korkar diyemezsin kimselere… Çünkü hep
kendini sorumlu görmek öğretilmiş sana, bana, bize; kendi yaşadıkların birilerinin başına bir şey
getirecek diye susar da durursun… Ve mütemadiyen üstüne gelinir, nesneleştirilir, eşyaya
dönüştürülürsün, boyun eğersin… Oysa bir ses çıkarmak ile başlar her şey… Annesin, iş insanı,
bilim insanı, kız kardeş, kız evlat, toplumun her yerinde her şeyinle çok önemli görevlerdesin.
Yetiştireceğin çocukla, olduğun insan olarak ne kadar gücün var farkında değil misin! Josey’in
Amerika’da madende çalışan kadın işçilerin haklarının değişmesine sebep olan bu hareketi seni
düşündürmedi mi be kadın! Sözüm işte bu film üzerinden “sen” gibilere gelsin be kadın. Ama
sanma seni eleştiriyorum ve yargılıyorum, aynı gemideyiz ve neden böyle davrandığını da en
derinden anlıyorum. Ama kabul etmiyorum ne susmanı, ne “tek başına” yaşamanı kabul
etmiyorum! Anlamıyor musun, küçümsediğin, orasına burasına baktığın o kadın sen’sin ve bizim
bizden başka dostumuz yok! Bırak şu hissettiğin “eksiklik” duygusunu diğer kadını aşağılamak
üzerinden yaşamayı. Nasıl da üstlendin “eksik” olduğun yanılsamasını… Sus MA! İdare et ME!
Bastır MA! Göz yum MA! Hep evet de ME! Akıllı uslu ol MA! Var OL! Ses VER! Konuş! İste!
İtiraz ET! Talep ET! Dans ET! Şımar! Feda et ME! Ortaya ÇIK! Kadın OL! Özgür OL! Kendin
OL! Ve çook sev önce kendini! “Sana biçilen rolü asla kabul etmemelisin, kim biçerse biçsin bu
rolü..”
“………………..
Ve gök ağladı her sabah ben kayboldum yeniden
Şu camlardan süzülen tane tane
Ve hep uykuya dalmadan düşündüm geceleri
O yazdığın dizeleri ezberimde
Bir kadın gelir değiştirir seni
Alıştığın o sert, kararlı şeklini
Yüzbinlerce yıldır böyledir gider
Suyun kumsala vurması gibi
Vurması gibi..”
Can Ozan Özçelik