Skip to main content

Ben Kendi Başımın Çaresine Bakarım

Minnet… “Duymak” kelimesiyle birleşirse kişinin ona yapılan iyilik karşısında borçlu
hissetmesi anlamına gelirken “etmek” ile devam ettiğinde birine boyun eğmek anlamıyla
daha başka bir şekle bürünür. Seanslarda, günlük hayatta pek çok şekilde kullanılır da işin aslı
psikolojik sağlık ve değerler açısından çok da yerli yerinde kullanılmadığı zamanlar olur.
Benim bugün bu kullanımları üzerinden dile dökmek istediğim ise işin arkasında neler
döndüğü üzerine olacak…
Küçük bir bebek… Kendi rızasıyla dünyaya gelmiş değil, anne ve babasını seçebilmiş
değil, iki insan istediği için dünyaya gelmiş, değil mi ya(!) Doğduğu andan itibaren daha
muhakeme yeteneği yokken ağlayarak ancak ihtiyacını ifade edebiliyor. Acıkıyor, uykusu
geliyor, altının değişmesi gerekiyor… Varsa orada duyarlı, onu fizyolojik olarak da duygusal
olarak da yoksun bırakmayacak ve doyuracak bir bakım vereni, hayata güvenle bakabiliyor.
Ve sağlıklı bir şema geliştiriyor, ‘İhtiyaç duyduğumda birileri beni görür, duyar’ diyor da
güvenli bağlanıyor hayata, ilişkilerine… Öte yandan, eğer bu bebek dünyaya geldiğinde onun
ihtiyaçlarını yeterince görecek kimsesi yoksa, hatta onun ihtiyaçları suçmuş, zafiyetmiş gibi
muamele görüyorsa, bir de üstüne üstlük bu bebek doğuştan savaşçı, mücadeleci bir mizaca
sahipse işte işler o zaman değişiyor.
Baktığında orada birini görememek bir bebeğin iç dünyası için hiç kolay değil. Onun
hayatta kalması ancak bir bakım verene bağlı. Bu sebeple orada biri yoksa bunu kendi içinde
korkulu bir senaryoya çevirmektense mizacında savaşçılık olan yeni doğan büyürken bu
durumu zihninde bir yanılsamayla düzelterek sanki zaten onun hiç ihtiyacı yokmuş gibi
yaparak yatışmaya çalışıyor: Ben kendi başımın çaresine bakarım! Zaten kendi başının
çaresine bakan biri neden durup dururken bunu söyler ki… İşte aslında bir telafidir bu, orada
olmayan’ın telafisi… Kendi dilimde de dolanmışlığı vardır, terapilerimde üzerine çalışılmış ve
toplumun pek çok kadınının dilinde, davranışında da gördüğüm bir cümledir bu. “Ben
başımın çaresine bakarım, kimseye minnet etmek istemem, Tanrım kimseye muhtaç
etmesin…”. Ardındaysa buram buram bir duygusal yoksunluk şeması kokar ve onu duygusal
bakımdan yoksun bırakmış ebeveyn ile ilişkiler… Yalnız bir de çocuk…
Öte yandan, cinsiyetçilikle erkek kardeşine, ağabeyine ayrıcalıklı davranıldığını
görerek büyüyen bir kadının, istediği hayatı yaşayabilmesi için her şeyi kendi kendine
yapması gerektiğinden, arkasında veya yanında kimse olmamasından ortaya çıkan bir
cümledir bu. Veyahut bir şeyler verirken borçlu hissettirecek bir ebeveyn, “Ben sana bunu
yaptım… Teyzen sana şunu yaptı… Erkek kardeşin sana bunu yaptı… Sen de şöyle yapmalısın”
diyen ve sürekli ilişkileri pazarlığa dönüştüren bir ebeveynle başlar işler. Koşulsuz vermeyi,
koşulsuz kabulü bilmeyen, sürekli bir alacaklılık ve borçluluk üzerinden ilişkileri tanımlayan
ebeveynle büyüyen bu kişinin de hiç kimseden bir şey istemeyim de bunun altında ezilmeyim
psikolojisiyle tüm güç bütün sınırlarını zorlamasının sonuçlarıdır bu cümleler…
Bazen de klinikte anne ve babasından bahseden kişi sürekli onlara aşırı minnettar
olduğunu söyler de durur. Neyi normal olarak alması gerektiğini bilmediği için aldığını da
fazla saymaktadır. Anne babamızı saygıyla, sevgiyle anabiliriz, onların destekleri bizim için
kıymetli olabilir ancak olması gereken bir ebeveynlik içerisinde onlara aşırı borçlu hissetmek,
aslında onlara olan aidiyetimizle, koşulsuz kabulü almamız gereken ve bunu doyasıya
hissetmemiz beklenen yerle araya giren bir duvar gibidir. Sanki biz onların çocuğuyuz ve
zaten alıyor olmamız normal gibi değil de onlar yabancıymış, elmiş gibi olur, verilene minnet
ediyorsak bu kadar. Ve böyle böyle ben minnet etmek istemem derken, her işe kendi başına koşturan, yalnız hisseden pek çok kadın sarar etrafı, tükenmişlikle, psikosomatik
rahatsızlıklarla, bu yalnızlığın telafisi gibi görünen yanlış evliliklerle… Çünkü iç dünyasında
“duygusal seviyede dönülecek bir ev yoktur”.
Özellikle çocukluğumuza baktığımızda “Bana bakan, benimle zaman geçiren, başıma
gelen olaylarla gerçekten ilgilenen kimsem olmadı; Çevremde bana sıcaklık, koruma ve
duygusal yakınlık gösteren kimsem yok; Birisi için özel olduğumu hiç hissetmedim; Beni
gerçekten dinleyen, anlayan veya benim gerçek ihtiyaçlarımı ve duygularımı önemseyen
kimsem olmadı; Hayatımda ne yapacağımı bilmediğim zamanlarda uygun bir öneride
bulunacak veya beni yönlendirecek kimsem olmadı.” şeklindeki cümleler ortalamanın
üzerinde tanımlıyorsa bizi, muhtemelen duygusal yoksunluk şemasına sahip oluruz: Veyahut,
çocukluk çağı ebeveynimizle ilişkimizde sevildiğimizi, özel olduğumuzu yeterince
hissedemediysek bize yeterince vakit ayrılıp özen gösterilmediyse, ihtiyaç duyduğumuzda yol
gösterilip olumlu yönlendirilmediysek, özenle dinlenilip anlaşılıp duygularımız karşılıklı
paylaşılmadıysa, fiziksel ve duygusal olarak sıcaklık ve şefkati yeterince hissedemediysek de
bu şemayı geliştirmiş olma ihtimalimiz artar. Ve karşısında bunu telafi etmek için gelişen
cümlelerimiz…
Ve aslında olması gereken cümleler nedir diye sorgularsak, ben başımın çaresine
gerekirse elbet bakarım da -çünkü bugün çocuk değil, yetişkinim- niye her şeyi tek başına
yapayım! İhtiyaç duyduğumda yardım da alabilirim. Yardım aldım diye birileri beni borç
hesabına tabi tutuyorsa bu benimle ilgili değildir, onların ilişki anlayışında problem vardır,
koşulsuz vermeyi de almayı da bilmediklerindendir. Gerçekte olan şudur, aile içinde yalnız
hissettiğim ve yok’sunluk gerçeğiyle yüzleşemedim, bundandır ben başımın çaresine bakarım
diye vurguluyorum, “ihtiyaç duyduğumda orada kimse yoktu” diyemeyeceğim ve çocuklukta
bunun acısına katlanamayacağım için. Ama şu an yetişkinim ve yok’luğun bendeki etkilerini
kabul edip bugün o çocukluğun bittiğini, kimsenin bana aynı şeyi yapamayacağını ve
bugünün başka bir gün olduğunu kabul edebilirim… Yapılanları abartıp minnet duymak ve
minnet etmek yerine, “Benim bir borcum varsa, o da kendime!” diyerek kendi içimdeki
çocuğa sahip çıkabilirim…
Gelelim “minnet duymanın” doğru kullanımına… Çok yalnız kaldığımız, ailemizdeki
ebeveynlerin olması gerektiği yerde olmadığı, hakkımız yenip filler ve çimenlere kurban
gidecek olduğumuz zamanlarda, hiç kendi çıkarıyla ilişkili olmasa da bizi koruyup gerek
olduğu insan olarak ve gerek destekleyen yapısıyla orada olan öğretmenlerimiz mesela konu
olduğunda, minnetle anarız, hakkıdır, iyi ki varlar. Sağ olsunlar, var olsunlar…
Ve kolay değildir, herkese, her şeye, bazen kendimize rağmen, kendimiz olmaya
çabalamak, kendini göze almak… Ve sürekli değişen tüm dünya ve ülke düzeninde, zorlu bir
dönemin içinde, tüm dış unsurlara rağmen bir yere gitmeden burada kalmak, üstüne üstlük
kadın olmak, maruz kalmak pek çok şeye, bir de ruh sağlığı çalışanı olmak ve yıkıcı etkilerine
maruz kaldıklarına rağmen başkalarına yardımcı olmaya çalışmak…Büyük bir borç ve tarif
edilmez bir minnet ile Mustafa Kemal Atatürk’e…
Not: Yukarıdaki bahsi geçen duygusal yoksunluk şemasındaki cümleler, Young Şema
Ölçeği’nin alt maddelerinden oluşmaktadır.