Cevapsız Sorular*
“Susma, bir şey söyle
Biraz olsun yardım et
Gelemiyorum üstesinden
Ben bu aşkın tek başıma!”
Nev
“İlet” diyorsun, neyi ileteyim? “Aç biraz, anlat, dertleşelim!” diyorsun. Naber, hâl hatır diyorsun, durmadan üstüme geliyorsun. İletmek, bir nesneden bağımsız nasıl anlaşılır ki? Ne’yi ileteyim diyorum. Ne’nin karşılığı bende yok ki! “İletiş” diyorsun, konuş! diyorsun bana. “Şu durup duran güzelim ağzından bir şeyler dök, çıkar, boşalt, olan neyse al da bana aktar!” diyorsun. Anlamıyor musun zor! diyorum, anlamıyorsun. Ne’yi ileteyim, gelmiyor içim’den bir ses, bir bilgi, bir şey… Yok işte, içimde koca bir ses’sizlik. İkna olmuyorsun. “Bak” diyorsun, “ses’sizlik bile, önce bir “ses” ile başlıyor, sonra “siz” ile devam ediyor “sessiz” oluyor. Önce “ses” vardı” diyorsun. “Sende de var, bul, çıkar paylaş!” diyorsun. “Ne zaman kaybettin?” diyorsun. Boğazımda bir düğüm… Kanıyorum, içimde bir acı… Düşündürüyorsun, kim bilir hangi zamanda geçmişte bir zamanda bir “ses” vardı, ne oldu da yitirdim… Ses’ime nasıl bu denli yaban’cılaştım, ben bana neden sustum…
Ses’sizliğimi anlatmaya başlıyorum. Sana aktarmak için bil’mem gerek diyorum. Bilemiyorum, soruyorum cevap gelmiyor diyorum. Kendimi bilmiyorum, duyamıyorum, nasılım neyim bilmiyorum. “Konuş, sessizliğinde yalnızım” diyorsun. Gözlerimden yaşlar süzülüyor. Sen hangi yalnızlıktan bahsediyorsun, ben o kadar ıssızım ki diyorum. Kendi içimde öyle kayıp, öyle kopuğum, öyle temassız, üşüyorum diyorum. Kendim kendime yabancı. Bende bir bilgi yok. Kendime dair bir cevap yok, boşuna çabalıyorsun! Ve bu yokluk yakıyor, konuşmaya çalıştıkça diyorum. Sen, sana konuşmadığımı sanıyorsun. Ben ses’sizliğimi işte seninle paylaşıyorum diyorum. Ses’sizliğimle konuşuyorum diyorum. Kızıyorsun, “Yan yana hiç konuşmadan iki insan, insan insan’a nasıl yaşayacak!” diyorsun. “Beni duymuyor, görmüyorsun” diyorsun. Kendini göremeyen gözlerimle sende ne’yi görmem gerektiğini bilmiyorum diyorum. Kızıyorsun, “ne gerekliliği ne görmesi, inciniyorum “ama gözler kör yüreğiyle bakmalı insan” diyorsun. Ben hiçbir şey anlayamıyorum, ne demeye çalışıyorsun! Ve soruyorsun, “hissetmiyor musun?” Kalbim mi diyorum. Varlığın iyilik, güzellik, yanında olmak istiyorum. Ötesini bilmiyorum diyorum, derin’den daha başka bir şey istiyorsun, derin’imden bir şey getir diyorsun, duyamıyorum, göremiyorum, hissedemiyorum, anlamıyor musun sen’i değil kendi’mi hissedemiyorum, kendimi bilemiyorum ne’yi ileteyim, ne’yi konuşayım bu ıssızlıktan neyi ses edeyim diyorum!
Sesim’e ses vermek istiyorsun
Ses’sizliğimde üşürken ben
Çoktan unutulmuş sapa bir memleketten
Dönen ve haber getiren olmamı bekliyorsun.
Suskunlaşıyorsun… Dalıp gidiyorum, nerede kaybettim ses’imi diye düşünüyorum. Bilmediğimi bana bildiriyor’sun ama canım yanıyor. Bilmediğim bir yerden bilmediğim bir şey getirmemi istiyorsun diyorum. Ve susuyorum, sen bozuluyorsun. “Ben artık dayanamıyorum, konuşmayan, paylaşmayan, görmeyen, ses vermeyen, var olmayan bir ilişkide yapayalnızım” diyorsun ve ekliyorsun, “artık bitti!”. Bedenimde çılgın bir acı, kalbim cayır cayır yanıyor, ne yapacağımı bilemiyorum. Bilmediğim bir şeyi nasıl sana veririm diyorum, duymuyorsun, kararlısın, gidiyorsun. Ve içimi tarifsiz karanlık bir bulut kaplıyor, ortadan ikiye bölünüyorum da “ses” edemiyorum. Ve senin bu gidişin, bilmiyorum hissetmiyorum dediğim bu konuşma, öylesine sarsıyor ki artık durduramadığım bir acı hissi beni kaplıyor. Ve dinmeyen bu his hayattan çekilmeme ve artık ev arkadaşımın ısrarıyla bir terapistin odasında kendimi bulmama neden oluyor. Ve işte bana sorduğun “neden ses vermiyorsun” sorusunu, günler aylar ve yıllar süren bir kendini sorgulama sürecinde anlamaya başlıyorum…
Bir bebek ses’le gelir dünyaya ve neyle yitirir ses’ini ki diye soruyorum. Ve seanslar boyu senin soruna cevap arıyorum, terapiste parça parça birçok şey anlatıyorum. Bizim evde kimsenin hissi, duygusu, sesi yoktu ki diyorum önce kendi kendime. Bilemiyorum… Oturur birlikte bir şey izler, yemek yer, olması gereken şeyi olması gerektiği zaman yapan bir aile olarak yaşıyorduk da soran yoktu, nasılsın, nasıl gidiyor diye. Düşünüyorum, okulda dalga geçiliyorum, eve dönerken sıkıştırıyor o dönem çocuklar, kaygı içinde dönüyorum eve her akşam, geceleri kabus görüp duruyorum, kimse fark etmiyor, sormuyor ve ben de nedense konuşmuyorum. Sonra eskilerden bir video geliyor aklıma, salondayım üç yaşlarında “anne, anne, anneeee” diyorum ve köşede duran annem hiçbir tepkide bulunmuyor, ses’leniyor ses’leniyor, defalarca ses’leniyor ve sonra susuyorum. “Ses”ime ses gelmiyor ve terapistin dikkatimi çektiği şey, ses’ime ses verilmeme durumunu yaşamak, yalnızlık hissi o kadar ağır ki ses’lenmeyerek birinin orada olmadığını yani yalnız olduğumu deneyimlemekten kaçınıyorum. Çünkü bir çocuk için o kadar zor ki… Ve zaten sonrasında da ses vermem gereken zorbalıklarda da haber bile vermiyorum aileme, hep susuyorum. İşte! Soruyordun ya işte böyle böyle “ses” etmemeyi öğreniyorum. Çünkü ses etmek eşittir yalnızlık, cevapsızlık…
Ve şimdi his’siz, kendinden haber’siz ve ses’siz olduğum için gittiğin günden beri, çok ama çok his’sediyorum. Bilmediğim kendim’den haberdar oluyorum ama sen yoksun! Yalnızlığımla yüzleşemeyen çocukluğum, susarak ıssız bir boşlukta kendini var etmezken sen, sen’i yalnız bıraktığımı söyleyerek çekip gidiyorsun. Ne trajik değil mi! Oysa, anlıyorum ki ben kendimi o kadar yalnız bırakmışım ki ve bana yeten beni kollayan o kadar bir ben yokmuş ki başkasına yetecek bir varlık göstermem zaten mümkün olmuyor. Ve şimdi kendimi duyuyorum, görüyorum, duyuyorum ve konuşuyorum ama sen yoksun. Ve şimdi olmayan sana bak ne de çok ne de derinden konuşuyorum. Ve içimde yokluğunun acısı olsa da çok ama çok önemli bir şey söylemek istiyorum. Yaşadığımı sanıyordum, hissetmiyor, varlık göstermiyor, temassız ve duyarsız bir hayat sürüyordum. Ölü bir hayatmış benimkisi. Ve sen ses’sizliğimi yüzüme vurarak “burada bir sorun var” diyorsun, çekip gidiyorsun. Kabuslarımı görmeyen annemin, suskunluğumla bağ kurmayan babamın bile yapmadığı bir şey yapıyorsun. Ses’sizliğimi görerek “burada bir sorun var” diyor, kabul edemiyor ve gidiyorsun. İçinde var olmadığım ilişkimizi öldürüyor ve bana bıraktığın acıyla beni hayata döndürüyorsun. Minnettarım…
“Ses’sizliğini duymayan birine göynünü verme,
Gönlün incinir, uykuların ziyan olur.“
Neşet Ertaş
*Yazının başlığı Manga’nın şarkısından esinlenilmiştir.
Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com