Benzini Biten Öpüşken Adam
Bay Evet, 2008 yapımı, Jim Carrey’nin baş rolü üstlendiği komedi filmlerinden biridir. Filmde, Carl Allen, her şeye “hayır” diyen, kredilerden sorumlu bir bankacıdır… Eşinden ayrılmış ve oldukça içe çekilmiştir ve bu ayrılığı bir türlü içine sindirememiştir ve bununla da insanlardan, yakınlardan kaçınarak baş etmeye çalışmaktadır ve son derece mutsuzdur… İş yerinde terfi alamamıştır, hayatında özel biri yoktur… Bir gün, iş yerinin önünde eski bir arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı hala aynı işi yapıp yapmadığını sorar ona ve “evet” seminerine gitmesi için bir broşür verir. Carl hiçbir duygu hissetmiyordur ve en yakın arkadaşı onun ilgisizliğinden dolayı gelip ona sitem eder. Carl, kendinde takılıp kalmıştır, kopuk korunan bir modda baş edemediği duygularla hissizleşerek mücadele etmeye çalışmaktadır. Bir gün kendisinin öldüğüne dair bir rüya görür. Ve bir şeylerin yolunda gitmediğini anlar ve “evet” seminerine gitmeye karar verir, artık hayatı tamamen değişecektir… Her şeye “hayır” derken her şeye “evet” demesi gerektiğini söyleyen bu seminerde bir söz verir. Önüne çıkan her fırsata “evet” diyecektir. Tabi ki her şeye “evet” diyen birinin başına gelecek şeylerin, ne kadar eğlenceli olacağıysa tartışmasızdır…
Carl’ın evetçilik serüveni
Carl’ın hikayesi seminer çıkışı bir evsizin ondan kendisini bir parka bırakmasını istemesiyle başlar. Evsiz adam onun tüm parasını alır ve telefonunun tüm bataryasını bitirir. Onu parka bırakan Carl’ın aynı zamanda benzini de bitmiştir, tek başına yürüyerek benzinciye giden Carl orada hayatının aşkı Allison ile orada karşılaşır. Allison Carl’ın aksine hayattan keyif almaya bakan bir şeyleri çok iyi yapmasa da hoşuna gittiği için devam ettiren biridir. Ve ilk karşılaşma sonrası görüşmeye devam etmeseler de evet diyor olmak onları yine bir araya getirecektir. Bu evet deme işi Carl’da heyecan uyandırmaya başlar ve tüm önüne çıkan sorulara evet demeye devam eder. İranlı kız arkadaşa evet, yeni yatağa evet, izci kızlara evet, kavgaya evet… Bu evetler onu coşkusuz ve anlamsız bir yaşamdan hissettiği, keşfettiği ve yaşadığı bir hayata adım attırır. Ona sitem eden yakın arkadaşları onun evete mecbur olmasından dolayı kimi zaman ona hesabı ödetir, kimi zaman onun delicesine sarhoş olmasına sebep olur, kimi zamansa evlenmeyi düşündüğü kız arkadaşı için hazırlıklara yardım etmesini sağlarlar. Carl hayır diyemeyeceği için absürt ve garip birçok olayın içinde bulur kendini. İşin tuhafı, Carl iş yerindeki yöneticisinin tekliflerine evet dediği için de aralarında yakınlaşma olur ve bu yakınlık onun iş yerinde sayısız kişiye kredi vermesi ve sonunda da üstteki kişilerin dikkatini çekmesiyle onu yöneticisinin de üstünde terfi edeceği bir pozisyona götürür.
Carl, ilk başlarda evet demesi gerektiği için derken daha sonra evet demeyi de ister hale gelir. Allison’un, aşık olduğu kadının hayatına girer ve onun koşarken fotoğraf çekme ekibine dahil olur. Onunla spontane bir şekilde seyahat ederler ve onunla olmaktan mutlu olur. Ta ki polisin dikkatini çekene kadar. Polis Carl’ı havalimanında sorguya çeker ve bir kişinin neden Korece öğrenip İranlı biriyle ilişki yaşadığı aynı anda son dakika biletler aldığına yani her şeye evet dediği için yaptığı alakasız şeylere şüpheyle yaklaşır. Allison buradan onun evet demeye mecbur olduğu için evet dediğini anlar ve onu terk eder. Filmin bundan sonrasında Carl hayır derse başına kötü bir şey geleceği yanılsamasından kurtulmak için seminerdeki duayen kişiyle tekrar konuşmak ister ve cevabını alır. Aslında evet demek her şeye evet demek değil bir başlangıç olarak evet demektir. Evet dedikçe adım atmayı istemek demektir, sonrasında da iyi gelen şeylere evet gelmeyene hayır diyebilmektir. Bunu anlayan Carl Allison’a koşar ve onunla birlikte olmak için tekrar adım atar…
Peki biz neden bu filmden keyif alırız?
Film bence birçok açıdan yüzümüzü güldürüyor olabilir. Bu da muhtemelen bizim karakterle özdeşim kurmamızla ilgilidir ve içinde bizi olumlu duygulara götüren şu çıkarımları barındırmaktadır. İlki, sıkıcı bunaltıcı günlük rutin hayatın dışında da bir hayat olabilir, bu hayatın içinden çıkılabilecek bir çıkış noktası vardır. İkincisi, hayat bir oyun alanına çevrilebilir, bazen çok mantıklı olmasa da saçma şeyler yaparak da ciddi olmayan absürt durumlara düşebileceğimiz bir dünyada da keyifli alabiliriz. Hatta keyif almak da bizim bir ihtiyacımız olabilir. Üçüncüsü, bazen bilmediğimiz yollara girmek, risk almak bize bilmediğimiz bir dünya yaratabilir, yeni fırsatlar doğurabilir. Dördüncüsü, belki de kendimizin cesaret edemediği ama bir yandan da belirsiz olan diğer yolu seçmenin ne yaratacağını bizden uzakta birinin üzerinden izliyor olmak bir rahatlık yaratmaktadır. Beşinci olarak, devamlı düşünen, karar alma sorumluluğunu taşıyan bir insanın bundan kurtulup kendini evete teslim etmesi bir rahatlık sağlıyor olabilir ve çevreyle bir uyum yakalamaya vesile olabilir. Son olaraksa, tüm risk almalara rağmen işler yolunda gitmekte, hayatı yaşamayan bir insan, başarı, aşk, dostluk, itibar, güven ve ilham kazanabilir ve işler eskisinden çok daha iyi gidebilir…
Tüm bunları yan yana koyduğumuzda aslında bu adımları atabilen Carl ile karşı karşıya kalıyoruz ve ona gülüyoruz. Oysa ondan çok da farklı değil yaşadıklarımız. Bizim de ciddiyetler içerisinde, rutinleri barındıran ve işlerin yolunda gitmediği bir hayatımız var belki. Her şeyi kendi haline bırakmış ve anlamsız bir hayat sürüyoruz belki. Sıradan hayatın içindeki oyun alanlarını, bize sunulan fırsatları görmüyor ve kaçırdıkça kaçınıyoruz belki. Carl’a, cesaretine, absürt, saçma sapan hareketlerine güldük, onun oyun alanına dahil olduk eğlendik. Peki, biz ne zaman kendimizle dalga geçebilmeye ve kendi hayatımızda bir oyun alanı kurmaya hazır olacağız?
Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com