Hadi Bana Anlat!
Filmler, etkilendiğimiz veya hiç hoşlanmadığımız özellikleriyle aslında bir aynadır bizim için… Ve filmlerin içinde bazı filmler vardır ki donup kalarak izlediğiniz anlar yaratır ya da bu filmler zaten öyle anlarda karşınıza çıkar…
Bundan sekiz-dokuz yıl önce babamı apansız ve zamansız kaybedişimizin ardından zamanın ne zamana denk geldiğini bilemediğim bir zamanda hocamın film analizi yapacağını söylemesi üzerine kendimi Kemal Kurdaş salonunun önünde bulmuştum. Sekiz yüz elli kişilik salonda az sonra film başlayacaktı ancak içeride kimsecikler yoktu, kapıyı açıyor geri kapatıyor bu kimsesizliği anlamlandıramıyorken, görevliden filmin başlayacağını içeri girmem gerektiğini öğreniyordum. Muhtemelen bu filmi önceden herkes izlemişti(?) o sebeple hocamızın analizi kısmında başlayınca salona geleceklerdi. Bense bu filmi önceden duymamış ve izlememiştim. Hayatsa beni koca bir salon ve devasa bir ekranda bu filmi tek başına izleyeceğim bir deneyime götürüyordu ve bu filmi izlememin zamanının geldiğini bana söylüyordu belki de… İşin tuhafı film başlamıştı ve sanki ben babamı izliyor, inanamıyordum, birileri bana şaka mı yapıyordu…
Masallar, abartılı hikayeler, hayatı bir oyun alanı gibi yaşamak, hayal ve gerçeğin iç içe var olduğu, bol oyun ve macera dolu bir babayla büyümenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordum… Hatta böyle bir babaya sahip olmanın sadece size iyi gelmediğini diğer insanları da coşturduğunu, bu hikayeleri bir daha bir daha dinlemek veya anları maceraya çevirmek için babanıza yakın olmak isteyen kuzenlerinizi, arkadaşlarınızı ve sayısız diğerlerini de görüyordum… Ve bildiğim bir şey daha vardı… Bu hikayelerin kimisini kulaktan öğrenseniz de kimisi babanız yaşarken yazılıyor ve kimi zaman onu izleyerek de çok şey öğreniyordunuz. Ve ne öğrendiğiniz ne duyduğunuz ne gördüğünüz ne anladığınız yaşınıza, deneyiminize ve beslediğiniz duygulara göre oldukça değişiyordu. Çünkü siz bu hikayelerin bir parçasıyken başka birileri de bu hikayelerin birer parçası oluyor ve siz Will’in de dediği gibi bazen sadece babasıyla daha fazla vakit geçirmek isteyen bir çocuğa dönüşüyordunuz. Bundan dolayıdır ki bu film üzerine her bir karakter üzerine sayısız, sayfalar süren analizler, yorumlar, çıkarımlar yazılabilir. Bundandır ki dile dökmek sadece sınırlandıracak oysa içinde sayısız duygu, heyecan ve yaşanmışlık gizli ve tüm bunlar sizin algınıza göre değişecek. Bu sebeple bu yazımda ben genel olarak gördüğüm bazı şeylerin üzerinde durmaya çalışacağım kendimce ve boşlukları doldurmak sizin hayal dünyanıza kalacak…
Babanın Kimliği Altında Kimlik Bulmaya Çalışan Bir Oğul
Film mistik bir nehir görüntüsü ve esrarengizliğe çeken bir girişle başlar ve ardından gazeteci Will’in sesini duymaya başlarız. Will gazetecidir; gerçeğin peşindedir ve babası Edward Bloom ile ciddi bir rekabeti vardır. Will, Josephine ile evleneceği gün babası yine kendini anlatmaya başlamıştır:
Edward: “Bazı balıklar vardır yakalanamaz büyük olduklarından değil farklı yönleri olduğundan… Yakalanamayan bir kadını yakalamanın tek yolu ona nikah yüzdüğü vermektir.” Will babasına kızmış ve soluğu dışarda almıştır. Edward da dışarı gelmiştir ve aralarında bir çatışma olmuştur.
Will: “Ben bir dipnotum… Ben de senin kadar iyi anlatırım. Bir gece de Edward Bloom etrafında dönmesin!”
Will babasında kendini görememekte ve herkesin keyifle dinlediği hikayelerin gerçek olmadığını iddia etmektedir. Ama bu hikayelerde gerçekle hayali ayırmak imkânsız gibidir. Var olabilme kısmını babasını rekabette geride bırakarak yapabileceğini düşünmektedir, kabulle değil. Bunu yapamadığı için de babasından uzak durmaya karar verir.
Ve bunun üzerinden üç yıl geçer ve babasıyla sadece annesi üzerinden haberleşen Will bir gün babasının kanser olması ve durumunun iyi olmadığını öğrenmesi üzerine karısı Josephine ile birlikte aile evine gider. Babasıyla çatışmalı diyalogları olan Will ve karısı da bir bebek beklemektedirler. Film babaya veda etmek ve baba olmayı bekliyor olmak kısmına eş zamanlı olarak önümüze getirmektedir. Will baba evinde olduğu bu süre zarfında yine babasıyla anlattığı hikayeler üzerinden çatışacaktır. Babasının hikayelerinde neyin gerçek ve neyin hayal olduğunu bilememektedir. Babasına gerçeği duymak istediğini söylediğinde babası buna sinirlenmektedir çünkü babası süslü anlatımı olsa da gerçeği söylediğini ifade etmektedir.
Edward Bloom Hikayelerinde Oğluna Ne Söyler?
Edward Bloom film boyunca her yaştan hikayelerini yeri ve zamanı gelince anlatmaktadır. Bu sebeple her şey çok kronolojik olarak gitmemektedir filmde. Burada hüner bunları dinleyenin birleştirme gücüne dayanıyor gibidir…
- Cadı Hikayesi: Edward Ashton’da büyümüştür. Çocukken beş arkadaş kasaba dışındaki bir yerde yaşayan cam gözü olan bir cadının evine giderler. Edward cesaret eder cadının kapısını çalar ve ona gözünü görmek istediğini söyler. O gözde nasıl öleceğini görmüştür. O günden sonra öleceğini bildiği için daha cesur hareket ettiğini söyler. Biz cadıyı daha sonra Spectre kasabasındaki küçük kız ve daha sonra genç kız olarak da görürüz. Bu sahnede bence bu kadın anne ve aynalanma ihtiyacını temsil etmektedir. Doğmak, annenin gözünde nasıl göründüğünü bilmeye cesaret etmek… Edward, annenin gözünün içinde kendini ne kadar büyük görse de herkes gibi fani olduğunu, doğduğu gibi bir gün öleceğini de anlamıştır. Bence burada Edward aslında hepimizin bildiği ancak çocukken daha uzak gelen ve yokmuş gibi yaşamaya çalıştığımız ölümlülüğü akılda tutmanın bu hayatta daha çok şey yapmaya bizi sevk edeceğini vurgulamaktadır.
- Büyüme Hastalığı Hikayesi: Bir gün Edward büyüme hastalığına tutulur, kollarını ayaklarını yatakta bağlamak zorunda kalırlar. Çok uzun bir süre bu şekilde yatmak zorunda kalır. “Kaslar, kemikler arzulara ayak uyduramıyor, büyük işler yapmak için büyümem gerek” diyerek yorumlamıştır Edward bu durumu. Bu hikayeyse arzuların ve hayallerin de sınırları (beden) olduğunu, insan olarak sınırlarımız olduğunu söylemektedir. Bu bedensel büyüme onu birçok yerde en iyi olmaya itmiş, oyunculuktan bahçıvanlığa her şeyi denemeye götürmüştür. Ancak bedensel bir büyüme tüm arzuları gerçekleştirmek için yetecek midir bunu sonraki hikayelerde anlatacaktır.
- Ashton’daki Dev Hikayesi: Bedeni büyüyen Edward “Ashton’da en büyük bendim, kasabaya bir canavar gelene kadar.” diye anlatmaya devam eder. Burada anlatılmaya çalışılan benim egom benim ne kadar büyük olduğumu kendi üstümden tayin etmeye çalışsa da gerçekte ne olduğumu anlamak içinse bir ötekine ihtiyacım vardır. Kendi küçük dünyamda kendimi olduğumdan daha büyük görebilirim, egom şişebilir. Bir öteki aslında benim ne kadar büyük olduğumu bana gösterir. Edward Dev’e: “Belki de büyük değilsin, bu kasaba çok küçük” diyerek buna işaret etmektedir. Edward bunu anladığında kasabanın anahtarı, ne zaman dönmek isterse dönebileceği şekilde ona verilir. Kasabayı “anne” temsili düşünürsek, annenin gözünde kendini biricik, büyük ve tümgüçlü hissetmektedir. Ancak başka bir gerçeklikle karşılaşınca “baba” temsili bir erkekle, gerçekle yüzleşmek için anneden ayrışması gerekmektedir. Ancak burası (annelik) ayrışsa da istediği zaman dönebileceği bir yerdir. Anne oradadır ihtiyacı olduğunda dönebilmesi için ancak kendi gerçekliğini görmek için dışarı çıkması gerekmektedir. Giderken yapılan veda töreninde Cadı(anne) ırmaktaki büyük balığın yakalanmadığı için büyük olduğunu söyler. Burada da büyük olan hiçbir şeyin bu kadar büyük olmadığını bu büyüklüğü yaratan kişinin kendiyle mücadelesi olduğunu, belki de bir ego meselesi olduğunu ve yakalanan şeyin büyüklüğünü ve değerini ona giden yoldaki zorlukların belirlediğini anlatılmaktadır. Üstelik büyük görünen Dev bile yalnızlıktan şikayetçidir. “En büyük” olmanın da zararları vardır; insana insan gerek…
- Dev’le Şehre Doğru Seyahat ve Spectre Hikayesi: Edward, Dev’le birlikte şehre giderken karşılarına çıkan iki yoldan kolay yolu değil, tehlikelerle dolu eski yolu seçmek ister. Dev (baba temsili) Edward’ın onu kandırdığını düşünür. Onu kandırmadığını ispat etmek için Edward çantasını ona verir, “baba”ya eşyasını verip ona iyi bakmasını söylerken, sanki artık “baba”nın gücünü, yasasını tanıdığını ve bir parçasının da ona ait olduğunu kabul etmektedir. Dev bunu kabul eder. İki ayrı yoldan devam ederler, Edward seçtiği bu yoldan daha önce giden o şairden bir daha haber alınamadığını hatırlar. Böceklerin olduğu karanlık, çok zorlu bir orman içerisinden geçer ve Spectre’ye ulaşır. Spectre’de herkes çok mutludur, hiçbir sorun yoktur. Herkesin ayakkabıları girişteki ipe asılıdır. Edward geldiğinde, elindeki listeye bakarak “Seni daha beklemiyorduk.” der karşılayan adam. Burası cennet ve ölümü temsil etmektedir ancak Edward erken gelmiştir. Spectre kasabası: hem tanıdık hem yabancıdır. Tüm bu mutlu dansların içinde Edward birden dansları şarkıları durdurur: “Gitmem gerek, yerleşmeye hazır değilim.” der. Üstelik ayakkabıları olmadan, ayakkabısını (bir parçasını) burada bırakarak.” Jennifer adlı küçük kıza geri geleceğine söz verir. Burada Edward’ın ucunda cennet de olsa bu hayatı kendi deneyimlemek istediği, sonuç odaklı bir hayatın değil süreç odaklı bir hayatın ve mücadelenin sonucu anlamlı kılacağı mesajı verilmektedir. Edward geldiği yoldan geri döner: “Mantıklı bir insan bir an tükürdüğünü yalayıp korkunç bir hata yaptığını kabullenir. Doğrusu ben hiç mantıklı olamadım.” diyerek aslında egosuyla hep en zorlara kendini maruz bıraktığını bize söyleyen Edward, yine zorlanarak geldiği yoldan dönmeyi tercih eder.
- Rüya Hikayesi: Edward küçükken bir gece rüyasında teyzesinin ölecek olduğunu öğrenir ve gerçekten de ölür teyzesi, sonrasında babasının ölecek olduğunu görür ancak babası yerine sütçü ölür. Bu rüya da Edward’ın fantezisinde babayla olan mücadelesinde babayı yok edip tüm güçlü, tek güçlü ve en güçlü olma arzusunu temsil edebileceği gibi aslında gerçek bir babayla büyümediğini ve bunun bir sonucu olarak da babalık yapma biçimini de aslında kendini anlatmak üzerinden kurguladığını bize anlatmaktadır belki de… Ve bu durumda babayla karşılaşmaları hep dış dünya temsilleriyle olacaktır.
- Sirk ve Sandra Templeton Hikayesi: Edward söz verdiği gibi Dev’i kendini büyük hissedeceği bir yere, sirke getirir. Orada bir anda öne çıkarmayı başarır Dev’i. Sirkin sahibi kısa boylu adam çok düşük bir maaşa Dev’i orada çalışmaya ikna eder ve hemen sözleşme imzalatır. Dev de sirkin sahibi de bundan memnundur. O gece Edward evleneceği kadın olduğunu düşündüğü Sandra Templeton ile karşılaşır. Onun kim olduğunu sirkin sahibine sorar; sirk sahibi: “Hickville’de önemliydin gerçek dünyada bir hiçsin.” der ve Edward’a onunla ilgili bilgi vermez. Daha sonra Edward çalıştığı her ay onunla ilgili bir bilgi almak üzerine sirkte en pis ve en zor işleri yapmaya başlar. Sanki bu dönem egosunun geride kaldığı, Edward’ın gerçekten bir yere gelmek için önce sıfırdan başlaması gerektiğini öğrendiği bir süreçtir. “Baba” temsili olan Dev şimdi sirk sahibinin kontrolü altına girmiş ve sirk sahibi yeni bir “baba” temsiline dönüşmüştür. İlk baba figürü çok güçlü ama kandırılabilirken, yeni baba temsili minik/güçsüz ama kurnazdır. Anneden ayrışıp “anneye benzeyen” başka bir kadın bulmak da o kadar kolay değildir. Bazı bedelleri vardır. “Baba” Edward’a bunu öğretmektedir. Sirkin sahibi geceleri kurda dönüşmektedir. Bir gün Edward bunu fark eder: “Şeytani ve kötü olduğunu düşündüğüm şeylerin yalnız ve kaba olan şeyler olduğunu öğrendim.”. Geceleri kurda dönüşen patron: “Hakkında yanılmışım evlat neyin varsa çok var…Adı: Sandra Templeton.” diyerek âşık olduğu kızın ismini söyler.
- Aşk ve Askerlik Hikayesi: Daha sonra Edward Sandra’yı bulmak için ve onu elde etmek için çok uğraşır. Sandra nişanlı olduğunu söyler; üstelik Edward’ın kasabasının en salağıyla, hep kaybeden Don’la nişanlıdır. Burada hikâye, bazen ne kadar uğraşırsak uğraşalım bizim en beğenmediğimiz hiçbir vasfa sahip olmayan kişilerin de bir yerlere gelebileceğini, her şeyin bizim çabamızla ya da bizim kontrolümüzle ilgili olmadığına dikkati çekmektedir. Edward, Don’dan hayatının dayağını yer ama dayak atarken kalp kapakçıkları zorlanan Don’un kalp krizi geçirmesi ve ölmesine neden olur. Edward’ın yine egosunun zedelenmesine izin verdiği bu anlar onun yararına dönmüştür. Ancak tam Sandra ile kavuşacağı bu anlarda yine “baba” temsili olan askerlik çıkagelir. Edward üç yıllık olan askerliği aşabilmek için en tehlikeli görevleri seçer ve aşk hikayesi sayesinde öldüğü haberi gelmesine rağmen Sandra’ya döner. Ancak burada dikkat çeken şey, zorlu görevi atlatmasını sağlayan kişiler yapışık ikizlerdir. Onları da eğer ona yardım ederlerse sirke götüreceğini söyler. Ne zaman başı derde girse Edward, Dev ile veya öldürülmekle karşı karşıya olduğu sahnede Asya’daki ikizlere yine “baba” temsili sirkten bahseder. Onları oraya götüreceğini söyler ve ölümden kurtulur. Her ne kadar egoyu güçlendiren ve doğuran bir anne çok çok önemliyse de gerçek dünyayla tanışmak ve hayatta kalmak için de “baba” çok önemlidir demeye çalışmaktadır sanki film. “Baba”nın yasasını tanıyan Edward hayatta kalır.
- Şair ve Banka Soygunu: Edward’ın iş için evden uzaklaştığı bu döneme denk gelen hikâyede aslında para kazanmak için daha da uzaklara gitmeye başladığı zamanlarla kesişir. Parasını bankada biriktiren Edward, bir gün bankada Spectre’de karşılaştığı herkesin övgüyle söz ettiği şairle karşılaşır. Aslında şair Spectre’ye de gidip bir daha dönmemiş, şiir de yazamamaktadır. Şiirinde Spectre’de olanları anlatmakta ve “Spectre çok güzel” diye bitirmektedir. Sadece mutlu sonları tekrar etmekte ancak üzerine kendinden otantik bir şeyler koyamamaktadır. Sonuç odaklıdır, mutlu son ister ancak bunun için belli ki bir çaba ortaya koymamaktadır. Nitekim bugün de banka soymak için geldiğini söylediği bankada işin içine Edward’ı da çeker. Edward ise kasayı boşaltmasını istediği kasiyerden bankanın iflas ettiğini öğrenir, kasada sadece Edward’ın birikimi vardır. Sözde bankayı soyup kaçarlarken Edward, hayal aleminde gezen şairi nasıl para kazanabileceğiyle ilgili bilgilendirir. Şair danışmanlık aldığı için para kazanınca bir kısmını Edward’a yollar ve Edward ailesiyle oturduğu beyaz evi alır. Burada sanki hayale ihtiyaç olduğunu ancak hayallere ancak kendinden bir şeyler kattığında ve çaba gösterdiğinde gerçeğe dönebileceğini göstermektedir. Nitekim çabalamadan Spectre’ye ulaşan bir şair bile bir gün banka soymaya kalkışabilir. Uçlar birbirine yakındır, çok romantik, çok duygusal biri aynı zamanda başkasının hakkını çalmaya kalkan birine de dönüşebilir. Sadece mutluluk/iyilik veya sadece mutsuzluk/kötülük yoktur. İkisini birleştirdiğimizde dengeden kalabiliriz.
- Son Hikâye, Spectre Yeniden: Son hikâye aslında Will’in zihninden izlemeye başladığımız bir hikayedir. Çünkü babasının evinde bulduğu vakıf senedinin kimin olduğunu, babasının hayatında başka bir aile daha olup olmadığını bilmeye ihtiyacı vardır Will’in. Bunu anlamak için, cadı rolünde ve Spectre’deki küçük kızın büyümüş haline, Jennifer Hill’in evine gider ve babasının annesini aldatmadığını ve anlattığı hikayelerin gerçek olduğunu anlar. “İlkinde erken ikincisinde geç geldi.” der Jennifer Edward için. Aslında Spectre ölümü temsil etmektedir. Ancak zamanında cennet olarak görünen ölüm Edward yaşlandıkça uzak kalmak istediği ve yıkıntılarla dolu olan bir yere dönüşmüştür. Çünkü ölüme yakın olduğunu bilmek zordur insanoğlu için. Ancak oraya geldiğinde de ölümünü güzel kılabilmek için de Spectre’yı koruma altına alır ve orayı onarır; insanlara yardım eder. Burası sanki ölümün ne olduğunu bizim algılarımızın belirlediğini, insanlara yardım yaparak orayı cennete çevirme şansı olabileceğini ya da ölümün nasıl olacağını bizim yaşarken orayı nasıl inşa edeceğimize bağlı olduğunu göstermektedir. Jennifer: “İnsan büyük olunca kasabaya farklı bakar.” diyerek Edward’ın durumunu özetler. Kendini anlatan Jennifer, bu hikâyede daha sonra kendisine cadı dendiğinden bahseder. Bu kısım aslında Edward’ın önüne çıkan farklı yaşlarda bir kadın temsilinin onun anneden ayrışma sürecinde onu test edecek yerler olduğunu bize gösterir. Hikâye başladığı yerde bitiyor. Orada aynı kadın, kimi zaman Edward’ı kendinden korkan bir çocuk kimi zaman kendinde kopamayan bir evlat, kimi zamansa kendine bir baba yapmaya çalışıyor. Ancak Edward her ne kadar “annenin” yerine saygı duysa da onun ihtiyaçlarını giderse de Edward “baba”ya tabi olmanın da ona iyi gelen bir şey olduğunu deneyimliyor ve böylece başka bir kadını sevebiliyor…
Bu son hikâyeyi dinleyen Will, eve döndüğünde babasının durumunun ağırlaştığını
öğrenir ve babasının başına hastaneye koşar. O gece orada babasının başında beklemek ister, annesi ve eşini eve yollar. Baygın yatan baba gecenin ilerleyen saatlerinde bir ara
gözünü açtığında artık bu hikâyeyi onun anlatmasını istediğini söyler. Will babasını hastaneden nehre götürüşünü büyük bir macerayla anlatır, kıyısında çocukluğundan beri
babasından dinlediği tüm karakterler Edward’ı beklemektedirler. En son nehrin içinde Edward’ı Sandra beklemektedir. Will Edward’ı kucağında annesini öpmesi için bekler.
Sandra’yı öpen Edward’ı nehre bırakır ve babası artık kocaman bir balık olmuştur. Tüm kahramanlar ona veda etmektedir. Artık baba Will’e aktarmıştır tüm bilgilerini ve artık
Will bu hikayeyle babasından aldığı tüm karakter ve temsilleri de kullanarak babasını içselleştirmiştir.
Ertesi gün cenazede gerçekten de babasının bahsettiği tüm karakterler oradadır. Will aslında babasının hikayelerinin gerçeklik taşıdığını belki de babasının onun yaşına göre olayları daha çekici kılmak için maceralı anlattığını anlar. Ve yıllar sonra sahip olduğu oğlu da bu hikayeleri başkasına anlatacaktır. Artık anneden ayrışan Will babayı da kabullenerek kendini bütünlemiştir. Babası da Will sayesinde ölümsüz olmuştur.
Son Söz
Filmde Edward oğlunun onu içselleştirmesi ve nesilden nesle (kendi oğluna) aktarmasıyla son bulmuştur. Burada reddettiği ve tanımadığı altında kaybolduğu baba, kendisinin de bir parçası olduğunda aslında Will bütünlenmiştir. Şimdi hem bu ailenin parçası hem devam ettiricisidir hem de ayrı bireydir. Bizim ailedeyse şimdilerde yeğenimin dilinde bir kalıp “Hadi bana anlat, dedenin düdüklü tencere hikayesini anlat!”
Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com