Pardon, kimi aramıştınız?
“İnsanlar neden dizi izler?” son dönemde artan dizi düşkünlüğüyle belki de en çok akla gelen sorulardan biridir. Genel manada bakıldığında, bir klinisyen olarak aşırı dizi izlemenin, tüm yalnız geçirilen anların devamlı bir şey izleyerek ve aktiviteyle doldurulmasının aslında kişinin kendi iç sesinden, yargılarından, eleştirilerinden ve buna bağlı oluşan olumsuz duygularından kaçınmakla ilişkili olduğunu söylemek hiç de yanıltıcı olmaz. Kendi hayatımızda çevrilen senaryodan ne kadar hoşnut değilsek beynimizi, düşüncelerimizi başka bir senaryoya odaklayarak kendimizden uzaklaşmanın en legal yollarından biridir dizilerle, televizyonla, başkasının hayatıyla yaşamak! Kötü haberse, bir şeyleri izledikçe uyuşuyor, kendi kaçtığımız her neyse ona çözüm bulamazken bir de bugünümüzden oluyoruz…
Peki, dizi izlemenin psikolojisinde sadece kendimizden kaçmak mı vardır? Elbette araştırmalar (Comart, Lefait, Paquet-Deyris ve Romo, 2018) pek de öyle demiyor, düzenli dizi takip eden bir grupla yapılan araştırmaya göre dizi izleyenlerin %77’si keyifli vakit geçirmek ya da eğlenmek amaçlı dizi izlediğini söylüyor. Bu grubun %93’ü motivasyon sağladığını, %50’si rahatlattığını, %48’i ise günlük hayattan uzaklaşmaya yardımcı olduğunu, %24’ü ise yabancı dil öğrenmeye faydası olduğunu belirtiyor. Çok az bir kısım ise dizi izlemenin sosyal ilişkileri kolaylaştırdığını, aidiyet hissi yarattığını, karakterlerle özdeşim sağladığını, başka dünyaları keşfetmeye aracılık ettiğini ve benlik gelişimine katkı sağladığını bildiriyor. Katz, Blumer ve Gurevitch’e (1974) göreyse, insanlar medyayla ilişkilerinde çok da pasif bir konumda yer almıyor. İnsanlar medyayla ilişkilerinde alabilecekleri potansiyel hazzı önceden sezerek bir davranışa yöneliyorlar. Araştırmacılar kişilerin kişisel medya yoluyla ihtiyaç ve amaçlarını karşılamakla ilgili hazlarını dört kısma ayırıyorlar:
- Oyalanma: Kaçış, eğlence, kişisel problemlerden uzaklaşma
- Sosyal İlişkiler: Muhabbet konusu bulmak, sosyal ilişki yaratmak
- Bireysel Kimlik: Kişinin kendi kimliğini, değerlerini pekiştirmek ve geliştirmek
- Gözlem: Bilgi arayışı, merakı gidermek, dünyada olup biteni takip etmek
Yanı sıra, McIlwraith’e göre (1990, 1991, 1998), televizyon izlemek duygularımızı regüle ederek (doğru yerde doğru duyguyu doğru miktarda yaşayıp dile dökebilmek) heyecan uyandıracak uyaranlara maruz kalmamızı ve kaygıyı azaltmamızı da sağlıyor. Ayrıca kadın olmak, öğrenci olmak, bekar olmak ve çocuk sahibi olmamanın dizi izlemeye eğilimi arttırdığı belirtiliyor. Dürtüsellik (pozitif duygu hissetmeye açlık), duygusal dengesizlik, düşük vicdanlılık ve kaygılı bağlanma seviyesi yüksek kişilerde de yine dizi izleme oranı daha fazla gözlemlenmiştir. Dizi izlemek genel olarak bu gibi psikolojik durumlarla ilişkiliyken elbette dizilerin hepsinin aynı tür olmadığını da yadsımamak gerekiyor…
Tüm dizi türleri içerisinde komedi dizilerine baktığımızda, bu tarz diziler bizi daha fazla günlük ve mütevazı bir hayatın içine çekiyor ve insanın zayıflıkları, tezatlıklarına vurgu yapıyor. Kendi güçlü ve zayıf yanlarımızı da gözler önüne seriyor. İzlerken karakterlerin de bizim gibi maskeleri olduğuna, egolarını tatmin etmek için hedeflere sahip olduklarına, bunlara ulaşmak için de başkalarına ihtiyaç duyduklarına, onların da düşman icat edip ona karşı ittifak yaptıklarına, ilişkilerinde haklar, zorunluluklar, kendi korku, istek ve ego tatminine dayanarak birbirlerinin sınırlarını ihlal ederek anlaşmaları bozduklarına şahit oluyoruz. Onlar da bizim gibi birbirlerinin sırlarını ortaya çıkarmakta, birbirlerini merkeze koymakta ya da yeterli dikkati ve saygıyı göstermekte başarısız olmaktadır. İlişki içinde bozulan bu durum ise ilişkinin tekrar haklara uygun, kurallara saygı duyulan bir şekle dönmesiyle dengelenmektedir.
Dizideki kahramanlar sınırlılıklarıyla mücadele ederek bütünlük ve mutluluğun devamı için önlem alma çabasındadırlar. Karakterler ne kadar bu eksikliklerle mücadele edebilme yeteneğine sahip olduğuna göre de diğerlerinden ayrışrlar. İşte kendimizde gördüğümüz tüm bu şeyleri bir yandan da güldürerek bize sunan komedi dizileri içerikten zengin ve içinde bulunulan toplumu yüksek bir gözlem yeteneğine dayanarak oluşturulmuşsa bir yandan güldürürken kendimizle yüzleştiriyor, eğer görmeye açıksak toplumsal mesajlar veriyor ve zıtlıklar dünyasında insanlık halleriyle ilgili birçok şeyi gözler önüne seriyor. Elbette komedi dizileri deyince ülkemizde ilk akla, toplumun her kesimini çok iyi gözlemleyerek bunu eğlenceli bir şekilde gözler önüne sermeyi başaran Gülse Birsel dizileri geliyor… Şimdilerdeyse Jet Sosyeteyle bizi güldüren ve televizyonlarımızı açmamıza vesile olan Gülse Birsel, peki bizi eğlendirirken neler söylüyor, ne mesaj veriyor ve neyi işaret ediyor olabilir? Elbette Jet Sosyete’de birçok tema varken ben bu yazımda kendimce bazı temalara dikkat çekmeye çalışacağım…
Nesilden nesle babayı/yasayı kabul edememek…
Dizinin çıkış noktası taksi şoförü bir babanın oğlu olan ve zamanında kaçak kotlar getirip satan Cengiz Özpamuk’un tekstil firmasına genel müdür olarak atadığı oğlu Ozan’ı bir türlü istediği gibi yönetemeyip çalıştıramaması üzerine kurulu. Cengiz, Ozan’a öyle sinirleniyor ki onun beceremediği bu görevi aslında sorumluluğunu bilen ve bu işe motive olan herhangi bir başkasının yapabileceğini ona göstermek istiyor. O sırada getir götür işlerine bakan Yaşar’a gözünü dikiyor ve Yaşar’ı genel müdür yapıyor. Elbette bu Yaşar için inanılmaz bir fırsat oluyor. Her ne kadar Cengiz, Yaşar ve ailesini artık yanlarındaki villaya taşısa da oğluna koyamadığı sınırı Yaşar’a koyarak onun maaşına çok az bir zam yapıyor. Tabi Yaşar bir anda böyle bir statüye layık görülmenin şaşasına kapılıyor ki bu görev için hiçbir koşul değişikliği talep etmiyor. Ve gecekonduda oturan Yaşar ve ailesinin birden sosyetik bir hayatın içine geçişleri son derece eğlenceli sahnelerin kapısını aralıyor bizlere…
Kıssadan Hisse: Cengiz de zamanında kuralın dışına çıkmış “kaçak” kotlarla başladığı işinde aslında “babanın yasasına”, kendine koyulan kurala uymamıştır ama bugün ticari olarak hatırı sayılır bir noktaya gelmiştir. Her ne kadar “kaçak kot” getirmekle başlasa da bu serüven, bu noktaya eğitim ve entelektüellikle değil, ölçüsüz cesaret ve çalışmakla gelmiştir. Kendisi de kurala uymayan bir yapı barındırmaktadır. Başka kadınlarla ilişkide kendini “göz çapkını” diye tabir etmekte ve kendi sınırsızlıklarına kör bir noktada oğlundan “babanın yasasını” tanımasını beklemektedir. Sırf işler yürüsün diye oğlunun İlayda Çıkrıkçıoğlu ile evlenmesini istemektedir. Bozulan Türkiye ekonomisinde bankalardan kredi çekebilmek için bir banka müdürünün kızını şirkete çalışan olarak almıştır. Ulaşmak istediği hedefe gitmek için her türlü yolu kullanmaktadır. “Baba” olarak çizdiği profilde açıklar vardır.
Yaşar’ın bu işin başına gelmesiyse, bugün firmaların en büyük yarasına parmak basmaktadır: Motivasyon sahibi, çalışkan, dürüst ve işini kaybetme korkusuna sahip bir çalışan bulabilmek! Bugün işverenler tarafından aranan değerlerdendir bu özellikler ve ismi janjanlı pazarlama harikası pozisyonlara alınan eğitimli kişiler işe bağlı ve motive olmayabilmektedir. Nitekim Yaşar, dizinin ilerleyen bölümlerinde vergi memuruna karşı Cengiz aşırı korkarken, rahat davranmaktadır çünkü her türlü vergiyi düzenli ödemiş yan yollara başvurmamıştır ve şirkete yüzde yirmi kar bile ettirmiştir. Kurala uyan, yapılması gereken neyse onu yapan Yaşar rahat, yan yolları “kaçak”ları deneyen Cengiz’se kaygılıdır…
Neydim ne oldum?
Yaşar’ın kariyer sıçrayışının üzerine kurulu olan dizide önemli bir nokta Yaşar genel müdürlüğü İngilizcesi olmadan da götürebilmekte ve şirkete para kazandırmaktadır. Ancak şirketteki insanlar ve yaşadığı muhit tarafından kabul görmekte sorunlar yaşamaktadır. Kendilerini kalifiye gören ve Yaşar’ın amirleri olduğunu öğrenen Pelin ve Tony ilk zamanlarda bundan oldukça rahatsızdır. Ayrıca yeni taşındıkları yer son derece sosyetik bir villa olsa da oranın yakınındaki AVM’den alışveriş yapmak için paraları yoktur Yaşar’ın ailesinin. Yaşar müdür olmasına müdürdür ancak müdürlüğe göre parası kazanmaz. Pelin ve Tony’le öğlen yemeğe çıkmak, onların muhabbetine dahil olmak istemektedir ancak öğlen gittikleri yerde menüdekileri karşılamaya gücü yetmemektedir. Ayrıca son bölümlerde şirket içinde kurulan bir whatsup grubu Yaşar’ı çok mutlu eder. Kendini, onların dünyasına girmiş gibi hissetmektedir ve gerçekte olmasa da sanal bir ortamda diğerlerini güldürmeyi başarmıştır. Bundan o çok memnunken, Cengiz’in grubu terk etmesi aslında hayalinin gerçekle kesilmesine neden olur. Çünkü Cengiz “benim gerçek bir sosyal hayatım var” demiştir. Yaşar’ın hissettiği bu aidiyet duygusunun sanallığına vurgu yapmıştır. Yaşar epey hüzünlenmiştir…
Yaşar’ın eşi Safiye’yle arkadaş olan Gizem kimi zaman onunla alışverişe gitmeyi istemektedir. Safiye “olsa dükkân senin” diyerek aslında paraları olmadığıyla barışık bir şekilde davranmaktadır. Aslında her ne kadar daha fazlasına istek duysalar da kısıtlı bir bütçeye göre davranmaktadırlar Safiye ve Yaşar. Bu konuyla en çok problemi olan kızları Yıldız gibidir. Yıldız’ın özentileri, hayalleri vardır. Hatta hayal etmekten vazgeçmez, girdiği popülasyonlara kendi aile yapısını göz ardı ederek girmektedir. Eski mahallelerinde yaşarken sosyetik partilere katılmaktadır. Bir dönem kendisiyle evlenmek isteyen Talip’i bile küçümser ancak birlikte olmak için hayalini kurduğu zengin, yakışıklı delikanlılar tarafından beğenilmeyince Talip birden kıymetli olur…
Kıssadan Hisse: Her ne kadar Yaşar müdürlük mertebesine yükselse de sahip olduğu şey kısıtlıdır ve bu çevreden ve eğitimli biri değildir. Bununla yüzleştikleri anlar hüzünlü olsa da onlar bu hallerinden ailecek memnunlardır ve elde ettikleri her şey anlamlı olur. Çok sevindirici bir gelişme olduğunda müzik setini açıp hep birlikte dans etmektedirler. Komşu evlerde hiçbir şeye bu kadar sevinilmemektedir. Safiye, İngilizce bilmeyen kocasına destek olmak için ona ders bile çalıştırır. Dizinin ilerleyen bölümlerinde şirket çalışanları Yaşar’ın gerçekten yoksul olduğunu ve bazı şeylere abartılı sevindiğini fark eder ve ona acırlar. Hatta Tony bunu “kıyamisuu” diyerek ifade eder. Ama hiçbir zaman tam onlar gibi olmayacaktır. Diğer taraftan diğer erkek figürlerine göre, daha çalışkan, dürüst, evine ve çocuklarına düşkün bir adamdır. Ellerindekilerle mutlu bir ailesi vardır. Ancak bu dünyaya ait değillerdir çünkü hep eksikle yaşadıkları için ellerine bir şey geçince düşünmeden kullanmaya alışkındır. Sırf bedava duvar boyası buldular diye kötü kokan bir boyayla tüm villayı boyarlar, bir ara ek bir para eline geçince hiç durmadan fast food yerler ve sonunda Yaşar sağlığından olur. Diğer taraftan tüm evin bütçesi, onun kariyeri üzerine kurulmuştur. Yıldız yetmezmiş gibi baldızı Melike ve kayını Gündüz de onlarla yaşamaktadır. Tüm yük onun omuzlarındadır. Belki de hayatlarındaki eksiklikleri devamlı onun üstünden gidermeye çalışmaları hanedeki diğerlerinin sorumluluk alma bilincini geliştirmesini engellemektedir. Talip’in annesi Şennur’a bakarsak o oğlunun önünden bile yiyeceğini alıp kendi yer, yoğurt kaplarını biriktirir herkesin yemeğine, malına mülküne el uzatabilmekte bundan gocunmamaktadır. Ona göre eğer kaptırmak istemiyorlarsa herkes malına sahip çıkmalıdır. İşin trajik tarafı ne Yaşar’ın evindeki gençler ne de Cengiz Bey’in oğlu Ozan sorumluluk almaktadır. “Baba” figürünü arkalarına almış yetişkin evreye geçmekten kaçarken Şennur’un oğlu Talip hem ocak başına hem de şirketteki çay ocağına sahiptir ve kendine son derece güvenlidir. Hatta kendini mahallenin Mark Zuckerberg’i ve Elon Musk’ı olarak tanımlamaktadır. Tabi bunda Talip’in babasız olması ve annesinin arzusunu gerçekleştirmek için “baba” yerine geçerek evi geçindirmeye fazlaca yönelmesi de etkili olabilir. Dizi, sanki hep veren ve destekleyen bir “baba” figürünün de çocuğun büyümesine engel olduğuna dair bir gönderme yapmaktadır…
Hangi sevgi gerçek?
Dizide diğer göze çarpan bir temaysa gençlerin aşk ilişkileridir. Ozan, İlayda’yla beraberken başka birileriyle de birlikte olmuş ve üstü kapatılmıştır. Daha sonra ağabeyinden ürktüğü Melike’ye âşık olmuş hatta İlayda’yla düğününü Melike için terk etmiştir. Ancak daha sonra Nazlı’ya ilgi duymaya başlamıştır. Diğer taraftan Talip mahallenin Elon Musk’ı olarak mahallenin popüler kızı Yıldız’ı sevmektedir. Ancak bir türlü onunla evlenme sürecini yoluna koyamamıştır. Yıldız dansa gittiği için ona kızarken yine dansa gittiği için Kumsal’a da bir ilgi duymaya başlamıştır. Diğer bir aşk ilişkisi de Gündüz ve Alara arasındadır. Diğer ilişkilerden farklı olarak bu ilişkide kavga, dövüş olsa da ilişkiyi devam ettirmekle ilgili güçlü bir motivasyon vardır.
Kıssadan Hisse: Ozan en son Nazlı’ya ilgi duymaktadır çünkü babası bu kızın ona “yasak” olduğunu söylemiştir, Melike bir zamanlar yasakken Ozan şimdi yeni bir “yasak” figürü bulmuştur. Onun derdi yasayı delmekle ilgilidir; gerçekten bir kişiyi o olduğu için sevebileceği konusunda umut vaat etmemektedir. Ozan’ın derdi “babanın yasası”nı delmeye çalışıp istediği zaman istediği kişiyi elde etme fantezisine dayanır. Bir engelin çıkıyor olması onu bir kadına karşı daha hevesli hale getirmektedir, karşıdakinin kim olduğu önemsiz bir hal alır. Daha çok, ergenlik yaşar gibidir. Öte yandan Talip, Yıldız’da ısrarcıyken annesine bir türlü tam karşı çıkamaz. Kendi parasını kazanmaktadır ama parasını hep annesine teslim etmiştir. Şimdi bu parayı evliliği için istediğinde annesinden alamaz. Annesinden yeterince ayrışamamıştır. Geleneksel Türk anne-oğul ilişkisindeki gibi Şennur oğluna karşı “mağdur” anne rolünü oynayarak oğlunu arkadan yönetmektedir. Talip Yıldız’ın yapmamasını istediği dansı başka bir kadında duyunca ilginç(!) bir şekilde ona ilgisi artar. Bu da bizim toplumda annesinden ayrışamayan erkeklerin seveceği kadında fantezi uyandırmayacak “kutsal” davranış biçimi ararken, fanteziyi başka kadına yansıtıp ona çekilmek üzerinden kurdukları bilinçaltı süreçleri gözler önüne sermektedir. Ama Yıldız ve Kumsal’ın birbirleriyle ilişkili olduğunu görünce bir ders almışa benzemektedir. Gündüzle Alara’ya gelince, iki ayrı dünyanın insanı olmalarına rağmen birbirlerine çokça benzemektedirler. İkisi de siyah giymekte, hayata bir nebze ses çıkaran muhalif bir yapıdan bakmaktadırlar ve ikisinde de vicdanlı bir taraf vardır. Alara okulunu yarıda bırakmış amacı olmayan bir hayat sürerken Gündüz de çalışmadan boş gezen bir karakterdir. İkisinin ortak özelliği de sınır koyan ve sorumluluk almaya itecek bir “baba” figürüne sahip değillerdir. Gündüz bu ilişkinin etkisiyle kitap okumaya çalışmış, işe girmeyi denemiştir. Ama zamanındaki borçları elindekilerden olmasına neden olmuş ve o da kolay yoldan para kazanmanın peşindedir. Ancak Alara’yı zengin kızı olduğu için değil, o olduğu için sevmektedir Alara’ysa onun mahalle hayatını ilginç bulmakta, bu sayede sıkışıp kaldığı yalı hayatının dışına, gerçek hayata çıkabilmektedir. Ama Gündüz’ün kısıtlılıkları vardır. Babasının dediği gibi, herkes seçiminde özgürdür ama sonuçları olur…
Bazen de koşullar insanı bu hale getirir
Dizide diğer önemli bir karakter Gizem’dir. Gizem eski mankenlerdendir; iyi bir kariyer yapamamıştır. Dış güzelliğiyle çokça uğraş içindedir, mücevherlere oldukça düşkündür. Bir taraftan da oldukça temiz kalplidir. Safiye’nin taşınır taşınmaz onu tanıması, ona değerli hissettirmiş ve ikisi iyi komşu olmuşlardır. Safiye’nin hayatıyla birlikte o da farklı şeyleri deneyimlemektedir. Dizinin bir bölümünde Cengiz’in ondan kredi kartını almasıyla birlikte Safiye’yle akşam pazarına gitmeye etrafa birden daha gerçekçi bakmaya başlamıştır. Herkesin dalga geçtiği Gizem, birden inanılmaz rakamları çarpabilen hatta Cengiz’in boyunun kısa olduğunu fark ederek “küçük” diye ona seslenen bir hale dönmüştür. Bu, Cengiz’de inanılmaz bir serzeniş yaratır, Gizem’in aklı çalışırsa ilişkilerinin biteceğinden korktuğu için kredi kartını tekrar ona verir. Yaşı yakın olmasına rağmen Ozan’ı kendisinin annesi olduğuna o kadar kaptırmıştır ki Ozan’ı Berk’e karşı korumuş ve ona yardımcı olduğu zamanlar olmuştur; dizinin ilerleyen zamanlarında Ozan’ın da buna uyum gösterdiği ve Gizem ablasıyla gizli işler paylaştığı ve onun iyiliğini gözettiği dikkati çekmektedir…
Kıssadan Hisse: Her ne kadar dizide Gizem karakteri bol estetikli olması, aklının kıtlığı ile ön plana çıkarılsa da aslında koşulların onu bu hale getirdiğini anlarız. Aslında kısıtlı bir bütçesi olan insan “düşünmeye” başlar ve düşününce fark etmeye başlar, tıpkı Cengiz’in boyunu gördüğü gibi. Bazen eksikler insanın gözünü açan şeylerdir… Diğer taraftan Gizem’in Ozan’ın biyolojik annesi olmadığını göz ardı etmesi kimi zaman odasında tek başına ağlayıp oyuncaklarına tutunan ve annesi ortada olmayan Ozan’a iyi gelmektedir. Devamlı eleştirildiği babasının aksine desteklendiğini hissettiği bir “annesi” vardır. Bu da belki de Gizem’in aile içinde aidiyet hissetmeye çalışma çabasından kaynaklanmaktadır. Kimi zaman bize ait olmayan rollerin de bir başkası için destekleyici olabileceğini göstermektedir dizi…
Ülkede neler dönüyor?
Dizinin bir diğer özelliğiyse güldürürken ülke gündemine duyarsız olmamasıdır ve araştırmaların da altını çizdiği gibi izleyicinin değer ve düşüncelerinin ifadesine ve pekişmesine vesile olmasıdır. Bu ülkede ekonomik kriz var demektedir; firmaların bankalardan kredi alabilmesinin güçleştiği bu dönemde bunu unutturmamak için Nazlı karakterini diziye sokmuş ve bize gülsek de burada yer alan Nazlı’nın neyi temsil ettiğini unutturmamaya çalışmaktadır.
Diğer taraftan, dizinin Türkiye’deki kadına yaklaşımla ilgili de değindiği temalar dikkat çekicidir. Maalesef toplumumuzda en eğitimlisinde bile karşılaştığımız trajedilerden bir tanesi, bir erkeğin başka bir kadına gidebilmekle ilgili yaptığı espirilere(!) eşinin ya da kız arkadaşının da katılması ve sonra kadına neden ikinci sınıf muamelesi yapılıyor diye cevapları dışarıda aramamızdır. Dizide “başka bir kadının varlığı” Melike tarafından bir ilişkinin bitirilmesine, Gizem tarafından esneklik gösterilmeyen bir konu olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca son bölümlerde Gizem’in dayak yiyen bir kadın rolünü oynamayı kabul etmemesi ve artık dizilerde izlenen ve normalleşen bu senaryonun değişmesine dair söylemleri de ciddi mesajlar içermektedir…
Son sözler…
Yapılan araştırmaları da göz önüne alırsak, sosyoekonomik yapısı yüksek de düşük de olsa insanların benzer özellikleri olduğuna vurgu yapılmaktadır bu komedi dizisinde. Öncelikle herkesin hayali vardır, hem de uzaya kadar uzanan derecede uçuk hayalleri ancak aynı anda herkesin eksiklikleri de vardır. Ve kiminin hayali, diğerinin hayatında soruna neden olmaktadır. Herkes kendi sınırlarını aşmak ve istediğini istediği gibi almak, yemek, tüketmek, harcamak arzusundadır. Ancak bedenen, ruhen herkesin bir sınırı vardır. Kimi zaman bu sınırsızlıklar mutsuzluk getirmektedir. Tüm bu statüler, imajlardan bağımsız “insan” olmaksa bambaşka bir şeydir. İnsan statik değildir, devamlı değişen ve gelişen bir varlıktır. Bazen de insanları bu hale düşüren koşullardır. Bu koşulların dışına çıkıp düşünmek gerçekle yüzleşmeyi ve ileri gitmeyi sağlar. Cehalet statü sahibi olmakla giderilebilecek bir şey değildir, cahil olan bir yerde açık verir… Eksiğiyle, fazlalığıyla herkes uzaya gitmek derdindedir ama hayat işte, kısıtlarla, engellerle doludur…
Özetle, Jet Sosyete, jet hızıyla sosyeteye girmeyi ve bunun yarattığı ikilemleri gözler önüne sererken sosyetenin de benzer problemlerden mustarip olduğunu göstererek bir yandan da bizleri eğlendirmektedir. Dizi alt metni açısından zengin bir içeriğe sahiptir. Amacınız ister eğlenmek ister kendi hayatınızdan kaçınmak ister kendi değer yargılarınızı pekiştirmek olsun ya da sadece insanlık hallerine şahit olmak olsun dizide bir şeyler bulabilirsiniz. İnsan neyi/kimi ararsa onu bulurmuş. Peki, siz kimi aramıştınız?
Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com
Kaynak
Yukarıdaki tüm referanslar aşağıdaki kitaptan alıntılanmıştır:
Camart, N., Lefait, S., Paquet-Deyris, & A.-M., Romo (2018). Combining aesthetic and psychological approaches to tv series addiction. Cambridge Scholars Publishing, Newcastle.