Skip to main content

Tutkunun Azı Motive, Çoğu Kör Eder…

Psikesinema’nın bu ayki teması olan tutku benim bir süredir farklı yönleriyle de kafa yorduğum bir tema aslında. Bilmem büyük resme baktığınızda siz neler görüyorsunuz ama ben bu meslekte ilerledikçe ve çeşitli insanların psikolojisinde derinine yol aldıkça görüyorum ki her ne kadar insanların başlarına gelen bazı şeyler öngörülemez ya da beklenmedik olsa da, verilen kararların ve seçimlerin aslında tesadüf olmadığına o kişinin hayatında bir temele/nedene dokunduğuna defalarca kez şahit oluyorum. Bu seçimlerden en temel olanlarından biriyse meslek seçimi. Ruh sağlığı çalışanlarına baktığımda aslında bu meslekte olmanın nedeninin kişinin kendi hayatında her şey yolundayken birilerine de yardım edeyim motivasyonu üzerine kurulu olmadığını biliyorum. Hem kendimden hem gözlemlerimden yola çıkarak bu mesleğe bizleri getiren çıkış noktası bence kendi hayatlarımızda çözemediğimiz bir meseleyi anlama ya da çözebilme tutkusuna dayanıyor. Şanslıysak ve gerçekten bir şeyleri çözmek için kendi gerçekliğimize bakabilme cesaretimiz varsa ki ruh sağlığı uzmanının mutlaka kendi terapisinden geçmiş olması gerekir bu meslekten hem kendimize iyi gelerek hem de bir diğer kişiye iyi gelmeye çalışarak yol alabiliyoruz. Ancak kendi meselemize dokunmadan problemleri “çözebilme” ihtiyacımızı sadece başkasına yardımcı olmak üzerinden bir motivasyona dönüştürürsek ve niye bu noktaya geldiğimizi sorgulamazsak, bir ötekinde çözüm üreteyim derken aşırı bir motivasyona bürünüp tutkuya kapılıp “başkasının hayatında yol alabilmeyi” büyük bir başarı olarak görüp ötekinin hayatına doğrudan müdahale edip ona ne yapacağını doğrudan söylediğimiz bir sisteme dönüşür bu ruh sağlığı hizmeti. Bu da çok tehlikelidir, çünkü bizim görevimiz insanların takıldığı ve zorlandığı konuların nedenlerini onlara göstermektir, onların hayatına karışıp ne yapacağını onlara söylemek değil… 

Tutkularımız bana göre aslında bizim çocukluktaki karşılanmamış bir ihtiyacımıza denk geldiğinden bize güçlü bir motivasyon sağlarken gittiğimiz yolda başarıyı da getirebilir. Ancak bu tutku ihtiyacımı karşılayım derken karşıdaki kişiyi yok sayacak kadar gözümüzü kör ederse bu ihtiyaç işte o zaman çok tehlikelidir ki bu kişinin tutkusunda boğulup yok olmasına sebep olur. Patrick Suskind’in romanından uyarlanan “Koku” filmi tam da bu tehlikeli tutku hikayesini gözler önüne sermektedir.

Koku: Bir Katilin Hikayesi

Film, Fransa’da on sekizinci yüzyıl dönemine rastlamaktadır. Açlığın, fakirliğin ve pisliğin hakim olduğu bir halkın dikkat çektiği bu dönemde Baptiste Greenouille pazarda balık satan bir kadının oğlu olarak dünyaya gelir. Kadın pislik içerisindedir, balık satarken sancısı gelir, tezgahın arkasına geçer çocuğunu doğurur, göbek bağını elindeki bıçakla kesip bebeği çöpün bir köşesine atar ve balık satmaya devam eder. Daha önce bu sağlıksız ortamda birçok ölü doğum yaptığı için bunun da yaşayacağını hiç düşünemez. Ancak bu bebek özel bir yeteceğe sahiptir, müthiş bir koklama yeteneği vardır. Etrafın tüm kokusunu içine çeker ve ağlamaya başlar. Onun sesini duyan balık alan kişiler kadının bebeğini çöpe atmasına tepki gösterirler; kadın polisler tarafından alınır ve idam edilir. “Ben buradayım hayattayım!” diyen bebeğin varoluşu trajik bir şekilde annesinin ölümüne neden olmuştur. Arkasından Baptiste yetimhaneye verilir, orada büyür ve bir gün tabakhaneye işçi olarak satılır. Kendisi koku yeteneğinin farkındadır ve burnuyla etraftaki tüm kokuları görebilmekte ve belleğine yerleştirmektedir. Bir gün bir kadının kokusu dikkatini çeker, onu takip edip bu kokunun tadını çıkarmaya çalışır. Kadın Baptiste’yi görünce çok korkar ve Baptiste ise onun çığlık atmasını engellemek için kadının ağzını kapatır. Ancak o kadar çok kendi derdindedir ki kadının öldürecek kadar ağzını sıktığını anlayamaz ve bıraktığında kadının öldüğünü anlar ve ölü bedenini tekrar tekrar koklar. Bunu takip eden günlerde, bu kokladığı kokuyu nasıl muhafaza edebileceğinin yollarını aramaya başlar. Bir gün patronu onu derileri teslimata bir parfüm imalatçısının evine yollar. Baptiste bir yolunu bulur ve mükemmel bir koku birleşimi yapabilmek için yöntemleri öğrenmek üzere onun yanında çalışmaya başlar. Ardından buradaki öğrenme süreci biter ancak burada sadece kokuyu birleştirmek üzerine bir şeyler öğrenmiştir. Bunu sabit tutmak için başka bir yere gitmesi gerekmektedir. Ustasından aldığı referansla bu sefer kokuyu muhafaza etmek için yollara düşer ve başka diyarlara gider. Orada kokuyu muhafaza etmeyi öğrendikten sonraysa etrafındaki tüm beğendiği kadın kokularının peşine düşer. Bu mükemmel kokuyu yapmak öylesine gözünü kör etmiştir ki gencecik birçok kadını öldürür ve bu şehirden kaçarak uzaklaşır. Artık istediği mükemmel kokuya erişmiştir.  Ancak öldürdüğü kadınların aileleri onun peşine düşmüş ve onun idam edilmesi kararını aldırmayı başarmışlardır. Baptiste, tam idam edileceği gün elindeki bu mükemmel kokuyu üzerine sürer ve onun idamını izlemeye gelen herkes bu kokudan öyle büyülenir ki birbirleriyle çırılçıplak sevişmeye başlarlar. Herkes birbirine sevgi vermektedir. Baptiste bu koku sayesinde idam kararından kurtulmuştur. Ancak bu kurtulma ona yetmez, doğduğu, açlık, sefillik ve fakirliğin kol gezdiği mahalleye gider ve bu kokuyu üzerine döker. Orada aç olan insanlar ise böyle büyülü ve mükemmel kokan bir şeyin öylesine açlığını çekmektedirler ki onu içlerine almak, onu yemek isterler. Ve Baptiste’nin hikayesi mükemmel kokuyu bulduğu ve doğduğu yerde sonlanır. Üstelik kendi gibi doğan ve aç olan bir sürü insan tarafından yok edilmiştir.

Peki tüm bu olanları nasıl yorumlayabiliriz? Baptiste’yi hayatta tutan, etrafını algılamasını sağlayan kokuya olan hassasiyetidir. Ancak trajik bir şekilde bu tutkusu onun başkalarının da kokuyla algıladığına dair bir yanılsamasını içinde barındırır. O da başkasının hayalinde ancak bir kokuyla önemli olacağını zanneder. Onun mükemmel kokuya ulaşarak var olma tutkusu, tüm ilgileri üzerinde toplamaya ve sevgi-kabul alma arzusuna dayanmaktadır. Bu sevgi, kabul ve ilgi onun hayatında o kadar yoktur ki bu kokuya ulaşmak onun başkalarını gözünü kırpmadan öldürmesine ve buna rağmen de hiçbir şey olmamış gibi davranmasına neden olmuştur. Nitekim öldürdüğü insanlardan oluşan bu mükemmel koku onu idamdan kurtarmıştır ama herkes gibi seven ve sevilebilen bir şeye dönüştürmemiştir parfüm. Çünkü asıl mesele mükemmel korkmakla ilgili değildir ki idamdan kurtulması yetmemektedir ona. Doğduğu ve annesini yitirdiği yere dönmüştür. Asıl arzusu bir “anne” temsili tarafından sevilmek ve kabul görmektir. Ancak bilmediği bir şey vardır; onun bu sevgiyi ve ilgili alamaması kendiyle alakalı değildir. Bu ortam, bir zamanlar annesinin yaşadığı bu insan topluluğu öylesine yokluk içindedir ki birine bakım ve sevgi verebilecek bir kapasiteden yoksundur. O sebeple Baptiste ne yaparsa yapsın istediği şeyi alamayacaktır. Bu Baptiste’nin ne olduğuyla ilgili değil, bu ortamdan çıkan birinin bir bebeğe sağlıklı bakım verecek donanıma maalesef sahip olamamasından gelmektedir. Nitekim doğduğu mahalleye gittiğinde insanlar öyle bir açlık içindedir ki bu güzel kokan şeyi yemek isterler. Onlar ihtiyaçlar hiyerarşisinde beslenme kısmını henüz halledememiştir. Çünkü insanın karşılayamadığı temel ihtiyacı onun tutkusu olacak, parfümü burunlarıyla değil ağızları ve doyma ihtiyacıyla algılamalarına neden olacaktır. Ve kabul, sevgi, onay almak, var olabilmek, görünmek için ihtiyaç duyduğu bu koku tutkusu ne trajiktir ki Baptiste’nin yok olmasına vesile olmuştur…

Psk. Dr. Bahar Köse
pskdr.baharkose@gmail.com